Türk medyası uzun süredir büyük dönüşümlere uğruyor. Televizyonların sermaye grupları arasında el değiştirmesi, gazetelerin kapanması ya da küçülmeye gitmesi gibi haberler karşımıza sıkça çıkıyor. Tiraj ve reytingler doksanlı yıllarda görmeye alıştığımız oranların çok uzağında. Bunda medyanın hem siyasetle olan inişli çıkışlı ilişkisinin hem de dijital teknolojilerin her geçen gün yükselişinin etkisi var.
Kamuoyu araştırma şirketi KONDA, arşivindeki 10 yıllık veriyi bir araya getirerek 2019 Medya Raporu’nu yayınladı ve ortaya Türk izleyicisinin ana akım medyayla olan ilişkisi, haber alma tercihleri, sosyal medya platformlarını kullanma pratikleri gibi günümüz iletişimin ortamının birçok yönünü ele alan kapsamlı bir çalışma çıktı. “Televizyonla Değişen Algılar, Sosyal Medyanın Yükselişi ve 10 Yıllık Medya Serüvenimiz” başlığını taşıyan rapor 2008-2018 yıllarını kapsıyor. Raporun yazarı Prof. Dr. Aslı Tunç, Türkiye’deki iletişim araştırmalarının son durumunu, internetin bir haber alma aracı olarak mevcut konumunu ve televizyonun hala en çok tercih edilen mecra olmasının nedenlerini turk-internet.com’a anlattı.
Türkiye’de sayısal veriye dayalı medya araştırmaları neden bu kadar az?
Öncelikle sahada geniş çaplı ve temsiliyet oranı yüksek bir veri seti toplamak oldukça maliyetli bir iştir. Bu bağlamda ya araştırma grubu oluşturup sağlam bir fon bulmanız ya da halihazırda doğru bir yöntemle toplanmış bir veri havuzundan yararlanmanız gerekiyor. Ben ikincisini yaptım. KONDA Araştırma Şirketinin geniş datasını kullandım.
Maliyetin yanı sıra analiz boyunda bağımsız düşünebilmek, rakamların arasında yitip gitmemek ve onları kavramsal çerçeveye oturtabilmek de önemli elbette. Bu tür kantitatif bilimsel araştırmaların sayıca az olmasını ise akademik düzeyin genel düzeyiyle koşut düşünebiliriz sanırım.
Geçmişte sizin de çalıştığınız ünlü Kültürel Göstergeler projesi hem çok teorik hem de oldukça veriye dayalı bir izleyici etki araştırması yaklaşımı. Günümüzde Türkiye’de bu kapsamda izleyici araştırmaları yapılıyor mu? Bu alanda daha kapsamlı sayısal araştırmalar yapılsa ne gibi şaşırtıcı sonuçlar çıkabilir?
Evet, Prof. George Gerbner’ın Kültürel Göstergeler projesi yıllar süren, uzun soluklu bir araştırmaydı. Seneler içinde kuramsal ve metodolojik olarak eksiğini gediğini onararak ilerledi. Hangi ülkede olursa olsun bu boyutta bir izleyici araştırması yapmak oldukça zor, zahmetli ve maliyetli bir iş. Benim bildiğim Türkiye’de bu kapsamda bir araştırma bulunmuyor. Yapılabilse bence rahmetli hocam Gerbner’ı heyecanlandırıcı sonuçlar çıkabilirdi.
Kanımca televizyon anlatılarının izleyiciler üzerinde yarattığı algı kırılmalarını, problemli toplumsal cinsiyet rollerini, milliyetçi eğilimleri ve dış dünyaya ilişkin korkuları net bir biçimde görebilirdik. Belki de bu kırılmaların artık sosyal medya platformuna kaydığını da görebilirdik. Veri olmadan bunları sadece tahmin edebiliyoruz.
Rapora göre, Internet’ten bilgiye erişim oranı 2015’ten bu yana artış göstermiş olsa da hala toplumun yarısından fazlasının ilk tercihi değil. Bu durum sizce sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyiyle mi ilişkili yoksa hala internete duyulan güvensizlikle mi?
Yıllar içinde kaçınılmaz olarak internet ve sosyal medya kullanımında artış görüyoruz. Ancak yine de raporda da işaret ettiğim gibi internete duyulan bir güvensizlik hala var. Bu, haber diliyle kurgulanmasıyla ya da siyasal yetkenin şeytanlaştırmasıyla daha da yoğunlaşan bir güvensizlik.
Bu bağlamda raporda ahlaki panik (moral panic) kuramının açıklayıcı olduğunu gördüm. Ahlaki panik kavramı kişi, grup ya da durumların özellikle ana akım medya ve politik yetke tarafından toplumun ortak değer ve çıkarlarına tehdit olarak gösterilmesine işaret ediyor.
Sosyal medya ve internet bu kuram çerçevesinde düşmanlaştırılıyor ve toplumsal çürümenin, politik olarak ülkenin karışmasının sorumlusu olarak sunuluyor. Sistematik olarak bu mesajın tekrarlanması ve normalleştirilmesi internet ve sosyal medya algısını kaçınılmaz olarak olumsuza doğru yöneltiyor. Sosyo-ekonomik düzey arttıkça bu endişe düşüyor. Eğitimli, kentli gençler internet ile ilişkilerini farklı bir biçimde kurguluyorlar.
Sosyal medyanın siyasiler tarafından bu kadar şeytanlaştırılmasına rağmen hiç kimse bu meydanı başkalarına bırakmaya istekli görünmüyor. Twitter tam bir mücadele zemini haline gelmiş durumda. Cumhurbaşkanı ve danışmanları bu mecrada yabancı siyasetçilerle polemiğe giriyor; 2014 yılında ise Twitter’ın kapatılmasının ardından ilk tweeti atan dönemin cumhurbaşkanı Gül olmuştu. Neden en büyük düşmanları bile sosyal medyadan vazgeçemiyor?
Sosyal medyanın gücünün aslında en çok politikacılar farkında. Özellikle Trump’ın Başkan olmasıyla da Twitter diplomasisi yani “Twiplomasi” son yılların en popüler kavramı oluverdi. Twitter özellikle siyasetçilere sokaktaki insana direkt ulaşabilme gibi bulunmaz bir nimet sunuyor. Hiyerarşiyi ortadan kaldırıp yatay bir iletişim kurmasına olanak sağlıyor. Yurttaş için de tam tersten bir avantaj bu elbette. Öte yandan da eleştirel seslerin itibarını sarsmak için sosyal medyanın şeytanlaşması da gerekiyor. Tuhaf bir çelişki anlayacağınız.
Hazırladığınız raporda Internet’in bu kadar yaygınlaşmasına rağmen her 4 kişiden 3’ünün haber almak için hala televizyon karşısına geçtiğini görüyoruz. Haber almada televizyonun hala bu kadar baskın olmasını neye bağlıyorsunuz?
2018 bulgularına göre yüzde 72.3 oranında haber almak için televizyona güveniliyor. Bu çok yüksek bir oran kuşkusuz. Haber alma anlamında en çok güven duyulan mecra olmasının ötesinde kültürel bir iklim olarak da televizyonun evlerin hâlâ başköşesinde olduğu gerçeğini kabul etmek durumundayız.
KONDA’nın “hayat tarzı kümeleri” olarak araştırmalarda temel olarak aldığı üçlü toplumsal katman olan “modern, geleneksel muhafazakâr ve dindar muhafazakâr” ayrımı özellikle televizyon haber tüketiminde kendini gösteriyor. Farklı araştırmaların ortak noktası televizyonun hâlâ Türkiye’de hanelerde son derece etkili bir haber ve eğlence kaynağı olduğudur.
Beklendiği üzere tüm bu çalışmalarda eğitim düzeyi yükseldikçe ve yaş ortalaması gençleştikçe bu süre düşüyor. Örneğin Kanal 7, A Haber, TRT ve ATV gibi iktidara yakın kanalları tüketenler haber kaynağı olarak sosyal medya ve internete başvurmuyor ve dünya algısını sadece bu kanalların haber ve bilgi akışıyla biçimlendiriyor.
Oysa haberlerini televizyondan almayanların daha çeşitli bir mecra kullanımına başvurduklarını görüyoruz. Farklı televizyon kanal tercihleri bize siyasal ayrışmanın ve kutuplaşmanın en kristalize olmuş halini sunuyor.
CNN Türk ve NTV geçtiğimiz on yılın ana akım haber kanallarıydı fakat haberi en çok talep eden kesimin bu kanallara eskisi kadar rağbet etmediğini görüyoruz. Türk televizyonunda ana akım kavramı nasıl bir dönüşüm geçiriyor?
Bir zamanların güvenilir televizyon haber kanallarının epeydir bu konumlarını yitirdiklerini ve hızla partizanlaştıklarını biliyoruz. Bulgular da bize bu tür kanalların izleyici profilinin yıllar içinde nasıl değiştiğini de gözler önüne seriyor. 2012-2019 arası verilere baktığımızda özellikle NTV ve CNN Türk izleyici profilinin aşamalı olarak kendini “modern” olarak tanımlayan kesimden “geleneksel muhafazakar” a doğru kaydığını görüyoruz.
Bu tablolar grafikler eşliğinde raporda ayrıntılı biçimde sunuluyor. Bu şekilde siyasal kutuplaşmanın sağlamasını da yapmış oluyoruz. Farklı siyasal görüş ve hayat tarzlarını benimseyen gruplar kendilerini tamamen dış görüşlere kapamış vaziyette, kendi seslerinin yankılarını duyarak, kendi yarattıkları dünyanın gerçekliklerine inanarak yaşıyorlar. Bu durum bizi “yankı odası” kavramına yönlendiriyor. “Ana akım” kavramı kanımca artık medya ekolojimizi tanımlamaya yetmiyor çünkü medyadaki her ses artık çok keskin, çok buyurgan ve ne yazık ki çok tahammülsüz.
Rapordaki en ilginç verilerden biri de izleyicilerin dizi izleme sırasındaki yan aktivitelerine dair. Neredeyse en çok tüketilen tür olan diziler sırasında dahi halkın yüzde 43’ü bir şeyler yiyip içtiğini belirtmiş. Bunun yanında, düşük oranlarda da olsa, el işi ya da ev işleri yapan, bilgisayar ve telefonuyla ilgilenenler var. Dizilere gösterilen dikkatin seviyesi bize genel olarak ana akım televizyonun etkisi konusunda bir fikir verebilir mi?
Televizyon izleme pratikleri de en az yaydığı içerik kadar raporda kavramsallaştırmaya çalıştığım Yetiştirme Kuramı’nın (Cultivation Theory) bir parçası. Televizyon ev mekanındaki yeri ve doldurduğu fiziksel alanla da toplumsal bir ortam yaratıyor. Televizyon bir araç olarak bir yaşama alanı oluşturuyor, arka planda bir ses yaratıyor ve kitleler için olmazsa olmaz bir mecraya dönüşüveriyor. Bulgular bize özellikle dizi izlerken seyircilerin farklı ev işlerini de yaptıklarını gösterdi. Televizyon oturma, yemek ve yatak odalarının baş köşesinde, bir öykü anlatıcısı olarak toplumsal algımızı sarıp sarmalıyor. Artık izleyicinin popüler kültür anlatılarına dikkatini tamamen yoğunlaştırması gerekmiyor ancak yine de bu hikayeleri tüketerek zaman içinde ülkesine ve kendisine ilişkin endişe ve korkuları biriktirebiliyor.
KONDA 2019 Medya Raporu’na buradan ulaşılabilir.