Telkoder Başkanı Yusuf Ata Arıak’ın vefatı sonrası hazırladığımız dosyaya burayı tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Yusuf Bey’i 2000 li yılların hemen başlarında tanıma imkânı bulmuştum. O yıllarda Türk Telekom’un sabit telefon iletişimindeki tekeli devam ediyordu ve bu tekelin korunması adına yapılması gerekenleri hatta daha da fazlasını yapıyorlardı. Internet servis sağlayıcılarının neredeyse tamamı voip yapmakla suçlanmaktaydı. Hâkim ve savcılardan, GİZLİ damgalı olarak hazırlandıkları raporlar ile o yıllarda pek de bilinmeyen bu teknolojinin, devletin güvenliğini tehdit eden haberleşme olarak görülmesi isteniyordu.
İşletmeciler aleyhinde açılan ve tamamına yakını beraatle sonuçlanan davaların önemli bir kısmı ağır ceza mahkemelerinde görülmekteydi. Bu işletmelerin bir kısmının vekilliğini yaptığım o yıllarda, sıcak bir yaz günü, dosya savcısının beni eski Konak Adliyesindeki odasına çağırmasını ve konuştuklarımızı dün gibi hatırlıyorum. Bana aynen şöyle demişti:
Suat Bey, sen bana bu işin katma değerli bir internet hizmeti olduğunu söylediğin gün sana inanmıştım ama beni hayal kırıklığına uğrattın. Bana senin hakkında da bilgi verdiler. Meğer sen de yurt dışı ile gizli konuşturma yapan, işletme dediğin illegal örgütlerin avukatıymışsın…
Meslek hayatımın belki de en kötü anlarını yaşıyordum. Ama sayın savcı demeye kalktığımda bana “artık daha fazla konuşma” anlamında işaret etti.
Yaşanan bu sıkıntılı sürecin bir gün sona ereceğine, sapla samanın ayrılacağına inanan bir grup iş insanının gayreti ile kurulan Telkoder’deki ilk toplantıma tam da o günlerde katılmıştım. Toplantıya başkanlık eden Yusuf Bey’i ilk defa görüyordum. Bana o günlerde yaşananlarla ilgili düşüncemi sorduğunda, gözümün içine bakan bu adamın, aklımdan geçenleri çoktan okuduğu kanaatine varmıştım. Bir yandan söylediklerimi dinlerken, diğer yandan söylemek istemediklerimi sanki zihnimden okuyordu. Birkaç zorlu sorusu beni ziyadesiyle germişti. İşte tam da o an gülümsediğini gördüm. Biraz olsun rahatlamıştım. Sonradan çok alıştığım o bakışlarıyla bana adeta, “rahat ol, Telkoder’de bütün düşüncelerini bizlerle paylaşabilirsin” mesajını vermişti. Evet, o gün ben de tekellere karşı her zaman dik duran/duracak olan cesur birlikteliğin bir parçası olmuştum.
KOYUNLAR İÇİN SÖYLENEN O SÖZ
Tekellerin kalkacağı, lisansların verileceği günler yaklaşıyordu. Ortalık tam da toz duman. Tam bir belirsizlik hali hüküm sürüyordu. Herkes çok önemli birisinden duyduklarını aramızda kalsın, diyerek diğeriyle paylaşıyordu. En önemli soru, lisans ücretlerinin ne olacağıydı? Bu soru üzerinde düşünmek, cevabını bulmak ve sektör temsilcisi dernek olarak görüşümüzü düzenleyici kuruma bildirmek üzere geniş katılımlı bir toplantı düzenlenmişti. Katılımcıların büyük bir kısmı lisans ücretlerinin çok düşük olması hatta hiç alınmamasını isterken, birkaç işletmeci ise tam aksi düşüncedeydi. Düşük lisans ücretlerinin kaliteyi düşüreceği, herkesin bu işe girmeye kalkışacağı, bunun da fiyatları maliyetlerin altına düşüreceği savunuluyordu.
Peki ama yüksek ücretler de sektöre girişi ve rekabeti engellemeyecek miydi? Tekel kalkarken yeni tekeller mi oluşacaktı? İlk defa Telkoder üyeleri arasındaki derin düşünce ayrılığını o gün görmüştüm. Elbette sonu gelmeyen bu tartışmalardan herkesin kabul ettiği bir sonuç çıkmadı. Toplantıda istediği neticeyi alamayacağını anlayan bir işletmeci, kapıyı çarparak çıkarken, her koyun kendi bacağından asılır, diyerek birlikteki ilk çatlak sinyalini veriyordu. Peki şimdi ne olacaktı? Bütün gözler Başkana dönmüştü, Yusuf Bey şimdi ne diyecekti? Ortalığı nasıl toparlayacaktı?
Arkadaşlar, diyerek başladı sözüne.
Her Koyun Kendi Bacağından Asılır sözü koyunlar için söylenmiş bir sözdür. Tekellerle olan mücadelemiz, birlikte olduğumuz, ben değil, biz dediğimiz sürece devam edecektir.
O gün bu sözün beylik bir söz olduğunu düşünenler, Telkoder’in belki de dağılma sürecine girdiğini düşünenler çıkmıştır.
Kendi müvekkillerime baktığımda şunu görüyordum: Pek çok farklı ülkeden gelerek, bu sektöre girmek isteyen iş insanlarının hepsinin önceliği, yapmak istedikleri, iş modelleri birbirinden farklıydı. Kimi uydu haberleşmesi önceliğimiz olmalı derken, bir diğeri sektörün para kazanması için telefon haberleşmesine yüklenmemiz gerektiğini, bir başkası ise ancak katma değerli hizmetler ile ayakta kalınacağını iddia ediyordu. Öte yanda serbestleşmede izlenecek usul de tartışılıyordu. Kimi Hollanda örneğini, kimi Almanya’da yapılanları anlatıyordu. Herkesin farklı işler peşinde koşması, stratejideki farklı yaklaşımlar serbestleşme mücadelemizin önündeki en büyük engel haline gelmişti. Bu farklılaşma, Türk Telekom ve düzenleyici otoritede yapılan toplantılarımıza da yansımıştı. Her talebimize karşı söylenen genellikle aynı şeydi. Şunu diyorlardı,
“iyi ama bir kısım arkadaşlarınızla yaptığımız görüşmelerde bizden farklı şeyler talep ediliyor, daha kendi içinizde birlik olamadınız”
Şüphesiz Telkoder, bütün üyelerinin aynı şeyi benzer yöntemlerle yapmak istediği, hobi amaçlı kurulan bir dernek değildir. Yukarıda da değindiğim gibi, herkesin hesabı, yolu/yöntemi farklıdır. Menfaat birlikteliği bir yana, çoğu zaman bütün üyelerinin menfaatleri birbiri ile çatışır. Aynı pastadan, birbirlerinin payını almak için rekabet ederler. İşin doğası gereği, kuruluşundan bu yana geçen yirmi yılda bu yapı değişmemiştir. Bu zor koşullar ve serbestleşmede istenen seviyeye gelinememesi, yirmi yıl önce yaşanan sıkıntıların bugün bile devam ediyor olması açık bir gerçektir.
Yaşanan son derece zor koşullara rağmen, Telkoder’in yirmi yıldır var olmasında, geçen her günde itibarının artmasında, sektörün en saygın ve sözü en dinlenir sivil toplum kuruluşu haline gelmesinde en büyük pay şüphesiz Yusuf Ata Arıak Bey’indir. Bence, Yusuf Bey’in bu başarısının arkasındaki en önemli vasfı, örgütlü yapı oluşturma ve ayakta tutma hususundaki üstün becerisidir. Kabul edelim ya da etmeyelim. Yirmi yıl süren ve başarılarla dolu Telkoder başkanlığında o her zaman ön cephede ve hepimizin önündeydi. Sorumluluk almaktan, liderlik etmekten hiçbir zaman kaçınmadı. Kendi şirketinin zarar görmesi pahasına, sorunların üzerine gitmede asla tereddüt etmedi. Bu benim problemim değil, sözünü kendisinden hiçbir zaman duymadım. Asla pes etmedi, yılmadı ve yılgınlığa düşmeye de izin vermedi.
Pek çok şey gibi bendeniz, neyin ne anlama geldiğini, bürokrasinin yüzünüze “hemen” derken, aslında akıllarından geçenin “hiçbir zaman” demek olabileceğini de kendisinden öğrendim. Ankara’yı ve bürokratik yapıyı hepimizden daha iyi tanıyan, olacakları herkesten önce hisseden her zaman Yusuf Ata Arıak Bey’di. Kendisini özleyecek, liderliğini arayacağız. Nur içinde yatsın…