Artık gözetlendiğimizi biliyoruz, siber dünyanın gözetimine teslim olduk. Çünkü başka türlü bir hayatı imkânsız hale getiriyorlar. Bilgisayarlar, mobil telefonlar, internet olmadan okula kaydolamıyoruz, üniversite sınavına giremiyoruz, sınav sonucunu bile öğrenemiyoruz. Avuç izi okutmadan Sosyal güvenlik Sisteminden (SGK) sağlık hizmeti alamıyoruz. Aile hekiminize muayene olmak için online randevu almak zorundayız. Tüm sağlık kayıtlarımız, hastalık geçmişimiz, tetkiklerimiz, kullandığımız ilaçlar, kronik hastalıklarımız e-devlette (e-nabız). Korona sonrası HES (Hayat eve sığar) kodunuz yoksa otobüs, tren, uçak yolculuğu yapılamıyor. Devletin verdiği neredeyse tüm hizmetler e-devlet üzerinden yapılıyor. Nüfus kaydımız, sülalemiz, tüm atalarımız e-devlette. 5000’den fazla çeşit hizmet veren e-devlet uygulamalarının amacı tüm devlet hizmetini çevrimiçi hale getirmek.
Sadece devlet değil ticari işletmeler de daha çok mal ve hizmet satabilmek için bizleri iyi tanımak istiyorlar. Zevklerimizi, eğilimlerimizi, alışkanlıklarımızı hem bilmek hem de yönlendirmek istiyorlar. Bu amaçla da ellerinin altındaki en güçlü araç sosyal medya verileri. Yakın zamandaki en bilinen örnek Facebook’daki manipülasyonlarla bilinen, 2016 Amerikan seçimlerinde yaşanan Cambridge Analytica skandalıydı. Kişileri Facebook’taki beğenileri üzerinden tanıyan, onları kategorize eden, sonra da seçimlerde kullanacakları oyu istedikleri yöne çekebilmek için önlerine yalan haberler çıkararak, gerçek haberleri gizleyerek veya çarpıtarak kandırmışlardı.
Uzun süredir “if a service is free, you are the product (bir hizmet bedavaysa ürün sizsiniz)” diye bir deyim dolaşıyor. Esasen siber dünyada bize verilen hizmetler ile toplanan veri, paralı/parasız, bilerek/bilmeyerek verdiğimiz izinlerle ya da izinsiz olarak kullanılıyor. Dijital dünyada her yerde bıraktığımız izler bizimle ilgili bir bilgi saklıyor. Bu izleri bıraktığımız yerler ise her geçen gün artıyor. Dijital bankacılık (nerelere, kimlere para harcıyoruz, ne kadar birikimimiz var), sosyal medya (beğenilerimiz, beğenmediklerimiz, paylaşımlarımız, dijital insan ilişkilerimiz), çevrimiçi alışverişler, mobil telefon verileri (konumumuz, telefonda geçen zaman, oynanan oyunlar, arama geçmişimiz, gezdiğimiz siteler, müzik zevkimiz), giyilebilir araçlar (kalp atışımız, günlük aktivitemiz, yediklerimiz, içtiklerimiz, kilomuz) , e-devlet hizmetleri (tapumuz, sülalemiz, eğitim geçmişimiz, sigortamız, sağlığımız, adli geçmişimiz …) ve daha niceleri.
Böyle bakınca da gözetleniyor hissi artmıyor mu? Mahremiyet kaldı mı? Dijital hapishaneye hoş geldiniz.
1785 yılında Jeremy Bentham, “Panoptikon” adını verdiği bir hapishane tasarlamış. Daire şeklindeki bu hapishanede ortada karanlıkta bir gözetleme kulesi ve dairenin dışında sıralanmış aydınlık bir ortamda hücrelerinde her an gözetlenebilen mahkûmlar var. Bentham’ın hapishane modeli, karanlık hücrelerdeki mahkûmların olduğu buna karşın gardiyanların aydınlıkta olduğu klasik hapishane düzeninin tam tersi. Panoptikon’da mahkûmlara karanlık kuledeki denetçiler tarafından sürekli izleniyor hissi veriliyor. Sürekli izlendiklerini hisseden mahkûmlarsa daha itaatkâr, disiplinli ve uyumlu oluyorlar.
Aşağıdaki fotoğrafta Küba’da 1926-1931 yıllarında inşa edilen ve artık kullanılmayan Panoptikon modeli “Presidio Modelo” yu görüyorsunuz. Fidel Castro da bir dönem bu hapishanede kalmış. Günümüzde müze olarak korunan bu hapishane 1967 yılında kapatılmış.
“Bu model 20. Yüzyılın en önemli filozoflarından Michel Foucault tarafından da “ sosyal kontrol sistemleri ve insanlar” arasındaki etkileşimi anlatmakta kullanılmıştı. Panoptikon, ona göre mimari bir proje olmaktan çok. “iktidar-bilgi ilişkisini sergileyen bir iktidar teorisinin açıklayıcısıydı. Foucalt, Panoptikon sisteminin modern toplumun okul, hastane, hapishane, fabrika gibi birçok temel kurumunun işleyiş mantığının temeli olduğunu iddia ediyordu. Bu sistem sayesinde daha az denetçi ile daha geniş kitleleri kontrol altında tutmak mümkün hale gelecekti. Ona göre Panoptikon modeli, egemen gücün işine yarayan bir yöntemdi ve gözetleniyor olmanın içselleştirildiği, kabul edildiği bir toplum yapısının meşrulaştırılmasına yardımcı oluyordu.”,
Duvar, Prof Deniz Ülke Arıboğan
Dijital Panoptikon’dan ne kadar haberdarız?
Panoptikon hapishanesindeki mahkûmlar izlendiklerini biliyorlar. Aydınlıkta olduklarını ve karanlık kuledeki denetçinin her an kendilerini izliyor ve görüyor olduklarını tahmin edebiliyorlar. Dijital dünyada ise olay biraz daha farklı. Snowden’ın NSA’de ( Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı) ne tür izlemeler yapıldığını belgeleriyle basına sızdırdığı döneme kadar bu gözlemin ne derece metodik yapıldığı pek de bilinmiyordu. Yapılan açıklamalar ise bu gözlemin güvenlik amaçlı ve terörizme karşı yapıldığı şeklindeydi.
Bugün geldiğimiz noktada ise gözetlendiğimizi biliyoruz ama ya görmezden geliyoruz ya da unutuyoruz. Yaşadığımız alanlara yerleştirilen kameralar ve yapay zekâ destekli yüz tanıma sistemleri sürekli olarak ne yaptığımız da görüyorlar. Her ne kadar kameraları mümkün olduğunca gizli bir yerlere yerleştirseler de aslında orda olduklarını az çok tahmin edebiliyoruz. Kriminal vakalar sonrası bir sürü görüntü kaydının ortaya dökülmesi de bize ipucu veriyor olmalı.
Online alışveriş sitelerinde gezerken bazı ürünleri inceliyoruz. O sırada neye ihtiyacımız varsa nerelerde hangi fiyata ne tür benzer ürünler var bakıyoruz. Sonra İnstagram, Facebook ve benzeri sosyal medya uygulamalarına girince ne tesadüfse hemen o tarz ürünlerin reklamları geliyor. “Big Brother is watching you!” . Birileri bizi gözetliyor, ihtiyacımızı, ilgimizi, zevkimizi takip ediyor. Belki de bizi bizim kadar düşünen birileri vardır mı desek, çık özelimden mi desek?
COVID-19 ve Panoptikon
Korona (COVID-19) hastalarını ve temas ettikleri kişileri takip etmek üzere kullanılan “Temas Takip Sistemleri” Panoptikon çağrıştırmıyor mu? Her ne kadar güvenlik amaçlı kullanıldığını söyleseler de “izleniyor” olmamızı gerektiriyor. Kimlerle temas ettik, kaç kez görüştük, nerelerde ne zaman görüştük biliniyor. Hem kendi sağlığımız hem de başkalarının sağlığı için bu bilgileri topluyor, saklıyor paylaşıyoruz. Başka ne gibi amaçlarla kullanılır bu bilgi?
Son yıllarda yeni teknolojiler toplumu daha şeffaf hale getirdiler. Devleti yönetenlerin insanları takip etmesini kolaylaştırdılar. Artık herkesin güvenlik için potansiyel bir tehdit olarak görüldüğü bir toplumda yaşıyoruz ve herhangi bir problem meydana gelmeden önce bu tehditlerin uygun şekilde ele alınmasını sağlamak için sürekli polisiye tedbirlere ihtiyaç duyuluyor. Dijital gözetim sistemleri ilk zamanlar demokratik devlet ve vatandaşlık haklarının gözeterek kullanılmış olsa da zamanla bu sistemlerin ulaşabildiği veriler çok geniş alanlara yayıldılar. Bu alandaki regülasyonların teknolojinin gelişim hızına uyum sağlayamaması ise kişilerin mahremiyet ve özgürlükleri için tehdit oluşturuyorlar.
Güvenlik amacıyla kullanılan dijital Panoptikon türü gözetim sistemlerinin genişletilmesiyle bu araçlar vatandaşlara karşı dönme ve baskı ve korku kültürünü teşvik ederek onları kontrol etme potansiyeline de sahip oluyorlar. Modern Panoptik iktidar ile yönetilen vatandaşlar, sürekli tehlikede olduklarına inanarak devletin kendilerini korumaları için güvenlik ve özgürlüklerinden vazgeçmeleri gerektiğini düşünüyorlar. Bu baskı altında yaşayan kişilerse gözetim altında olduklarını unutup gözlemcilerin veri toplamaya devam edebilmelerine izin veriyorlar. Gözetim sınırlarını genişlettiği ve ifade özgürlüğü ve mahremiyet gibi insan haklarını etkilediği ortaya çıktığında, insanlar Panoptik bir hapishanede olduğu gibi kendi davranışlarını izlemeye teşvik ediliyor. Bu ise iktidardaki insanların toplum üzerinde aşırı bir güç kullanmadan kontrol kurabilmelerini sağlıyor. Sistemin başarısı için ise halkın güvenlik kaygılarını gündemde tutuyorlar. Toplum, hızla artan bir güvenlik duygusu için mahremiyet hakkını takas etmek isteyip istemediğine karar vermek zorunda bırakılıyor. “Big Brother” (devlet) bizi koruyor ama bu devletin bizi izlediği gerçeğini değiştirmiyor.