Dil Bayramının kutlandığı bir günde Türkçe teknolojik kelimeleri tartışalım istedim. Sizin de bildiğiniz gibi grubumuzdaki insanlar özenli Türkçe topluluğunun üyeleri, daha önce de birlikte bir program yapmıştık. Bugün, sadece teknolojik Türkçe kelimeleri konuşacağız. Bu anlamda ilk soruyu Ahmet Pekel’e sormak istiyorum.
Ahmet Bey; Bugün dil bayramı, birkaç şey söylemek istiyorsunuz biliyorum, ondan sonra da; sizleri tanımayan, ilk defa gören, önceki söyleşimizi takip etmeyenler için bu çalışma grubu nedir, kimlerden oluşuyor, nasıl çalışıyorlar, amacınız nedir? Biraz bunları anlatır mısınız?
Ahmet Pekel: Tabii ki. Öncelikle çok teşekkürler, böyle bir günde bu izlenceyi yaptığınız, düzenlediğiniz için.
Bugün önemli bir gün. 26 Eylül 1932’de ilk Türk Dil Kurultayı toplanmış. Bununla ilgili bilgi vermek isterim; Atatürk’ün dil konusundaki öngörüleriyle başlayan, Türkçeye sahip çıkılması ve ulus dili olarak yeniden geliştirilmesi sürecinde Türk Dil Kurumu’nun Türk Dili Tetkik Cemiyeti olarak 12 Temmuz 1932’de kurulması, Türkiye Türkçesi için bir dönüm noktası niteliğinde.
Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin amacı; Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yakışır bir yüksekliğe eriştirmek olarak belirlenmiş. 26 Eylül bir dil bayramı olarak kullanılıyor ve bugünlerde, geçmişte çeşitli dil kurultayları yapılmış. Bugünün bir başka önemi de şu; O gün ilk dil kurultayının yapıldığı gün Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleştiğinde buraya toplumun her kesiminden yurttaşlar çağırılmış ve onların katkılarından yararlanılmış. Çünkü Atatürk; “Bir dili eğer geliştirmek istiyorsak o dili konuşan, kullanan yurttaşlarla birlikte hareket etmeliyiz” diye düşünmüş.
Atatürk’ün önderliğinde kazanılan bağımsızlık savaşından sonra Türkçe’nin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılması için başlatılan çalışmalar çerçevesinde pek çok sözcüğe öz Türkçe karşılık bulunmuş. Bugün kullandığımız bellek, etki, öngörü, ulus, ulusal, onursal, örneğin, yaşam, zorunlu, okul, öğretmen, öğrenci, seçim, seçmen ve başkan gibi pek çok sözcüğü Türkçeye kazandırmışız.
Aslında ne yapıldığını tam olarak görmemiz için 1862 yılındaki bir istatistikten yararlanmak isterim. Dilbilimci Ömer Asım Aksoy’un belirlediğine göre 1862 yılında dildeki Türkçe oranı %33. Bu çalışmalar başladıktan sonra, 1933 ve takip eden yıllarda %35 ve %40a çıkıyor Türkçe oranı. 1975 yılı için %80-85 dolaylarında ve 1978 yılında da %90lara çıkıyor.
Şimdi, evet dil devrimi yapıldı ama dil devrimi sürüyor, sürmekte. Bu çerçevede aslında bizim yaptığımız şey biraz evvel anlattığım amaçlar etrafında toplanmış olan bir sivil toplum kuruluşuyla gönüllüler çerçevesinde yapılan çalışmalar kısaca özetlersek. Bizim yaptığımız çalışmalar Türkiye Bilişim Derneği’nin, kuruluşuyla birlikte başlıyor. 1971 ile başlıyor. Kurucumuz ve onursal başkanımız Profesör Doktor Aydın Köksal’ın Türkçe’mize kazandırmış olduğu bilgisayar, yazılım, donanım ve iletişim gibi sözcükleri sanırım bilmeyenimiz yoktur. Terim çalışmaları o tarihten bu yana sürdürülmüş. 90’lı, 2000’li yıllarda devam etmiş.
Füsun Sarp Nebil: Neden bir dil bayramına gerek duyulmuş, bir daha onu ifade eder misiniz? Gerek var mıydı? Neden vardı?
Ahmet Pekel: Bir devrim yapılıyor, dil devrimi yapılıyor ve yeni bir ulus yaratılıyor aslında ve ulus bir dil çerçevesinde yükseliyor. Dili olmayan bir ulus olamaz. Bu, büyük bir şey.
Füsun Sarp Nebil: Osmanlı’nın dili yok muydu?
Ahmet Pekel: Osmanlı’nın dili vardı. Osmanlı’nın dili Türkçeydi ama yazı dili Arapça, Farsça ve Türkçe karışımıydı. Biraz evvel bahsettim, yüzdeler o kadar düşmüş ki, Türkçenin yüzdesi ama bunu halk konuşmuyor. Halkın konuştuğu, Anadolu’da konuşulan dil Türkçe aslında. Dolayısıyla, çok büyük bir atılım bu aslında. Bir ulus yaratılıyor ve o ulusun bir dili var. Dili olmayan hiçbir ulus olamaz. Yani, eğer dil öldüğünde, o ulus da ölüyor, o ulus da yok oluyor. Dil ölürse ulus da ölüyor, öyle söyleyeyim. Buna tarihten örnekler verilebilir, Maya’larda, Kelt’lerde görülen durumlar benzer şeyler aslında.
Bilişim Derneği’ndeki çalışmalar terim kolları üzerinden yürümüş. 1990’lı yıllarda Kaya Kılan hocamız terim konularına başkanlık etmiş. Necdet Kesmez hocamız başkanlık etmiş. 1998 yılında da Tuncer hocamız tarafından başlatılan özenli Türkçe çalışmaları -yani burada konu, Türkçe’nin özenli kullanılması kapsamında ele alınıyor- başlamış.
Öncelikle Türkiye Bilişim Vakfı’nda başlatılan bu çalışmalar, 2013’den sonra da TBD’nin bir çalışma topluluğu olarak sürdürülmeye başlandı. 2017 Kasım ayından başlayarak bu çalışmalarımızı elektronik ortamına, internet ortamına taşıdık. Bu bize oldukça hız kazandırdı ve işlediğimiz terimlerin sayısını da artırdı.
Hatta bu kullandığımız yöntemi 17-19 Eylül 2018 tarihinde Hacettepe Üniversitesi’nde Sözlük Bilimi Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin düzenlediği bir uluslararası sempozyumda bildiri olarak da sunduk. 2017 Kasım ayında yaptığımız ilk toplantıda Türkçeleştirdiğimiz bilişim terimleri daha önce Tuncer hocamızın derlediği terim salkımı üzerinden oldu. Data yani veri, terim salkımı üzerinden oldu.
Burada, şu anda tam olarak hatırlamayabilirim, 250 ya da 300 dolayında terim olduğunu düşünüyorum, bunların üzerinden gittik. Daha sonra güncel konuları da bu işin içine katarak, siber güvenlik, blok zincir ya da bizim deyimimizle öbek zincir, büyük veri, bulut bilişim ve bunları diğer İngilizce terim salkımları izledi.
Sürekli yeni terimler çıkıyor, biz bu terimleri sürekli irdeliyoruz, inceliyoruz, bunlara karşılık bulmaya çalışıyoruz. Bunlar yaklaşık günde 10 ila 20 arasında yeni bir terim ile karşılaştığımızı söyleyebiliriz. Tuncer hocamızdan gelen bilgiler çerçevesinde böyle konuşuyorum çünkü derledikten sonra bize gönderiyor, biz onun üzerine işliyoruz, sonra hep birlikte son bir kararı veriyoruz terim karşılığıyla ilgili.
Bizim “karşılık bulduğumuz terimlerin son durumu budur” şeklinde bir savımız yok açıkçası onu söyleyelim. Şunu çok iyi biliyoruz; terimlerin benimsenmesi ancak ve ancak onu konuşanlara ve yazanlara, kullananlara bağlı. Genel ağ ortamında da yayınladığımız bu çalışmalara ilişkin olarak geri bildirimler geldikçe biz daha önce bulduğumuz karşılıkları yeniden değerlendiriyoruz ve bunları tekrardan eğer yeni bir karşılık bulmuşsak sayfamıza koyuyoruz.
Ernur Öktem: Ben Koray Bey’e bir soru yöneltmek isterim. Bugün teknoloji dünyasında, bilişim dünyasında pek çok gelişmeler oluyor. Bugüne kadar oldu, yaşandı, bunlar genellikle bizim dışımızda, batı dünyasından bir takım geliştiricilerin bulduğu yenilikler oldu. Bunlara da dolayısıyla genellikle İngilizce terimler bulundu hep ve o şekilde kullanıma geldi. Bu noktada biz bunları Türkçeleştirmek, bunlara Türkçe karşılık zorunda mıyız? Tüm Dünya’da bunlar bu şekilde ifade edilirken ya da en azından bizdeki algısı böyle iken bunları Türkçeleştirmeli miyiz?
Koray Özer: Bir dönem Çanakkale Savaşı ile ilgili kitap topladım. O kitaplarda aklımda kalan, en çok ilgimi çeken noktalardan bir tanesi İngilizlerin yaptığı savaş haritaları oldu. Haritalarda Çanakkale yöresindeki tepelere İngilizler ya numara vermişler ya da yeni bir kendilerine göre bir ad vermişler. Dedim ki içimden “Ya onların zaten adı vardı. Belki bir kısmının yoktu, olabilir.” Ama sonradan “niye kendilerine özgü isimler vermişler?” çünkü savaşta bir yanlış anlama ölüm demek, yer, mevzi kaybetmek demek vesaire.
Dolayısıyla aslında bir yere isim vermek niye bu kadar önemli? Orası bana bir ışık yakmıştı o zaman. Şimdi, şöyle bir şey var; aslında bunun bir sürü yanıtı olabilir ama benim aklıma matematikten bu soruya bir cevap vermek geliyor. Bilim ve sanatı düşündüğümüzde bunun temeli matematik. Eğitim derseniz, eğitimin de temeli matematik, düşüncelerimiz de matematik. Neden? Çünkü düşünceyi ifade ederken, yazarken ve konuşurken hepimiz mantık ararız. Eğer o mantık yoksa konuşmanın bir anlamı da yoktur, düşünmenin ve yazının da bir anlamı olmuyor.
Yani mantık dediğimiz şey matematiğin bir dalı bildiğimiz gibi. Burada dil de bir çeşit matematiği kullanma becerisi oluyor. O yüzden, anadili kullanma becerisine iyi sahip olduğumuz zaman mantığımız da düzgün çalışmaya başlıyor. Karışık yazarlar ya da çeşitli hastalıklar vesaireler dolayısıyla beyin yaralanmaları vesaireler oluyor, burada konuşanın mantığı da bozuluyor, söyledikleri de birbirine karışıyor, zaten kafası da karışık oluyor.
Dolayısıyla, dil gerçekten bir matematiği kullanma becerisi. Özenli dil dediğimiz zaman, -bizim grubumuzun da tabii ki kendi adı- özen göstermek demek bir dile, bir dili kurallarına göre konuşmak demek ve kendi terimleriyle konuşmak demek. Çünkü kendi terimlerimiz önemli, çünkü kendi terimlerimiz içinde yaşadığımız coğrafyadan isim alır. Annemizin bir sesinden, ağaçtan, kuştan, kültürle ilgili bir yerden bir esin, kök, ek alır.
Dolayısıyla, bu bizim kafamızda doğru bir mantık kurmamıza neden olur ve hem doğru hem de çok kolaylıkla bir mantık kurmamıza yol açar. Bunun sonucunda ne olur? Konuşmamıza anlam girer, konuşmamız akıcı olur, hatta ezgi olur. Neden? Şiir, şarkı söyleriz ezgi olur. İyi dil konuşulduğu zaman, özenli konuşulduğu zaman problemi direkt gösterebilirsiniz, çok daha kolay anlarsınız. Problem kolay anlaşıldığı zaman da sorunlar çok daha kolay çözülür, eğitim verimli olur, sanat ve bilim de daha yaratıcı olur, boşa kürek çekmek diye bir deyimimiz var, boşa kürek çekilmez.
Başka bir, toplumsal bir yararı var, bir kere ne söylediğimizi biliriz, ne duyduğumuzu da biliriz. Bu durumda ağzımızdan çıkanı kulağımız duyar. Ağzımızdan çıkanı kulağımız duymadığı zaman belli ki ya mantıksız konuşuyoruz, ya yanlış terimlerde konuşuyoruz ya da başka bir şey ama en yakın iki aday bu. Bu yüzden dilimiz için yeni terimler üretmemiz gerekiyor.
Füsun Sarp Nebil: Hocam, teknoloji terimlerin Türkçeye dönüştürülmesi neden gerekli?
Tuncer Ören: Biz topluluk olarak İngilizceden çeviri yapmıyoruz, İngilizcedeki bir terimin evvela hangi anlamda kullanıldığını irdeliyoruz ve o anlama bir karşılık veriyoruz. Bir örnek; “Running” İngilizcede hem koşmak hem de işlemek hem başka anlamlara da geliyor ve bazı yazılı mühendislerinin “Program Running” terimini “Program Koşturmak” diye kullanmaları büyük hatadır. Biz mesela ona “Program Çalıştırmak” diyoruz çünkü program hakikaten koşmaz ve çalışır.
Bunun gibi yine mesela Amerikan kültürüne daha yakın geldiği için, Wizard karşılığı olarak sihirbaz terimi kullanılır, biz ona sihirbaz demiyoruz, sadece yardımcı diyoruz. “Türkçe terimlere ne için gereksinim var?” sorusuna gelince. Bir kere çağımız hakikaten yalnız teknoloji çağı değil, yalnız bilişim çağı da değil, hatta salt yapay zekâ çağı da değil. Artık çağımız resmen yapay zekâ yarışı çağı ve bu konuda örneğin Çinlilerin yapay zekânın gerek sivil gerek askeri kullanımda Amerika’yı geçtiğini ve yine bu konuda da yararlı olan nicemsel bilgisayarların, -bazen quantum bilgisayar da diyen meslektaşlarımız var- o konuda da Çin Amerika’yı geçmiş vaziyette.
Biz, Türk olarak çok fazla başarısı ve yeteneği de olan bir milletiz. Bu konulardaki kavramları tartışabilmek için terimlere gereksinim var ve onun için de bunu küçük bir topluluk olarak zevkle yapmaktayız ve de bizim çalışmamız gayet doğal olarak bilişime odaklansa da bilişimin içine girmediği hiçbir konu olmadığı için, bilişim hakikaten adeta bir motor konu olmakta. O bakımdan da çok şanslıyız ve bu konuda Türkçemizin de varsıllığını artırmak için ve Türkçemizin gücünü kullanarak yeni terimler üretmekteyiz.
Füsun Sarp Nebil: Hocam, ben ilk defa yapay zekâ kelimesini sizden duydum 98’lerde, o zaman bilişim fuarları vardı biliyorsunuz, konuşmaya geldiğinizi hatırlıyorum. İlker Bey’e bir şey sormak istiyorum; İlker Bey hakikaten bugün computere karşı bilgisayar kelimesini bize yaratan Aydın Köksal’ın asistanısın değil mi İlker Bey? Aydın Bey’ler olmadığı için size sormak istiyorum; Aydın Bey’ler neden böyle bir çabaya girdiler?
İ. İlker Tabak: 40 yıllık öğrencisiyim diyeyim. Aydın Bey’le gerek sohbetlerimizde, gerek yazdığı kitaplarda bu konuya değindi. Şöyle, 1966’da meslek yeni yeni ayaklanırken bile yazılım sözcüğünü kullanıyor ki Dünya’da kendi anadilinde “Software” karşılığında “Yazılım” sözcüğünü kullanan ilk ülke biziz. Fransızlar bizden 8 yıl sonra kendi dillerinde “Software” karşılığı bir kavram, terim çıkarıyorlar ortaya. 1968’de bilişim, 69’da da bilgisayar sözcüğünü kullanıyor.
Hacettepe Üniversitesi’nin o zaman kuruluşunda da bulunuyor, -67’de kurulmuştur- bilgi işlem merkezi kurmak üzere bilgisayar alımına çıkıyor ve alımı yaparken de şartname hazırlanacak doğal olarak, tabii o zaman bilgisayarlar böyle mağazalarda peynir ekmek gibi satılan cinsten değil. Ana bilgisayar olacak, kapasitesi vesairesi bir oda büyüklüğünde. Dolayısıyla o şartnameyi hazırlarken Türkçe hazırlamak gerekir ve onun karşılığını orada kullanarak ilk kullanımını sağlıyor.
Çünkü alanlar da, teklif verecek olanlar da ona göre yanıt verecek. O’nun açtığı bu yol, bir yandan yazıya da geçince bu kavram, itirazlar da geliyor arkasından. “Bütün Dünya computer diyor, biz niye bilgisayar diyoruz?” gibi, 70’lerin başında bile hemen itirazlar gelmeye başlıyor.
Aydın Bey hatta 27 ayrı dilde bilgisayara diğer ülkeler ne demiş, onun listesini sunuyor. Bunlar yerleştiriyor bir yandan da, tabii dil işi emek istiyor bir yandan, 1973’de ilk Bilgisayar Mühendisliği bölümünün kurulması için doktora programını başlattığında Hacettepe Üniversitesi’nde, orada da gelen dokümanları Dünya’dan -tabii internet yok, bir şey yok, mektupla yazışarak ders içeriği oluşturacaksınız- geliyor, bunları da anlatacağız ama Türkçesini de anlatalım deyip çeviri işleri başlıyor.
Askerlik yaptığı dönemde de başlatmış bu çalışmayı, yine oradaki bir takım İngilizce dokümanları da çevirilerini yaparak. Bu bir alışkanlık haline geliyor ve zaten 6 dil biliyor Aydın Bey, çok dil bilen Türkçeye daha çok özeniyor aslına bakarsanız. Hiç bilmeyenleri, yarım yamalak İngilizce konuşarak, araya başka şeyler karıştırarak belki de varlıklarını ispat etmeye çalışıyorlar diyebiliriz. Bilgisayar sözcüğü de bu kapsamda zaten oturuyor.
“Bilgi bir, bilgi iki, bilgi üç” diye saymak değil aslında o, bilgiye olan saygı var onun içinde. O saygıyla beraber, çünkü 1968 yılında da bilişim teknik bilimini ulusal bir kalkınma aracı olarak kullanacağız diye 28 yaşındayken Aydın Bey bir vizyon koyuyor Türkiye’ye. Bunu da topluma mâl etmek gerekiyor.
Bu biraz da İhsan Doğramacı’dan da kaynaklı, Hacettepe Üniversitesi’nin kuruluş öyküsünü inceleyip izlediğimde, -ben Hacettepe Üniversitesi mezunlar derneği başkanı olarak epey bir konuda da çalışma yaptım- doktorlar toplumun içinde, halkla içi içe yaşıyor 1950’lilerin sonu, diyor ki doktorlara “Latincesini tamam, bilin ama gidip halkın ne dediğini onların dilinden öğrenin, onların dilinden anlatın.” Bir tarafta apandistin patladığını ya da karnının ağrıdığını ona onun anlayacağı dilden anlatın, değişik sözcüklerle, onların bilmediği sözcükle anlatmayın.
Toplum sağlığı için dil önem kazanmış durumda. Bugün de aynı şey geçerli. Alın reçeteyi bir sürü şey yazar, hiçbir şey anlamazsınız bile ilaç nelerden oluşuyor diye, bakın hâlbuki orada 3-5 tane temel madde yazılsa, “çok kullanma, zehirlenirsin” diye büyük harfle yazsa daha iyi olabilir benzer şekilde. Bu bir kültür aslında. Tohumlar ekildi, biz de ormanı büyütmeye, ağacı genişletmeye, gölgesinde herkes serinlesin diye çaba içindeyiz.
Ahmet Pekel: Aydın Köksal hocamız Hacettepe Üniversitesi’nde Bilgisayar Mühendisliği eğitimini Türkçe olarak vermek üzere çalışmalara başlamış, onun bu konuyla ilgili küçük bir açıklaması var, onu paylaşmak istedim, tam bununla ilgili. Şimdi, Aydın Köksal hocamız İz Bırakanlar kitabında şöyle demiş: “İngilizce eğitim yapan üniversiteler açarak kendi çocuklarınızı tekniğin ve bilimin uzaktan bir izleyicisi, bir çevirmeni, aracısı “komisyoncusu” konumuna düşürürsünüz” demiş.
Yani burada yapmaya çalıştığı, aslında biraz evvel dedim ya, dil devrimi burada yapıldı bitti değil, sürüyor, Aydın hocamız da oradan başlatarak bize kadar gelen, bizim yaptığımız çalışmalara kadar gelen bir konunun da öncüsü olmuş.
Ernur Öktem: Tuncer Bey, bugüne kadar yapılmış çalışmalarla, yabancı teknolojik terimlere Türkçe karşılık bulmada ne kadar başarılı olduk? Kaç tane terime karşılık bulmayı başardık? Bunları öğrenebilir miyiz?
Tuncer Ören: Kaç tane sözlüğümüz olduğundan bahsetmek belki daha önemli olur. Şöyle ki, Türk Dil Kurumu’nun sitesinde Türk Dil Kurumu’nun terim sözcüklerinin listesi var, üstelik aradığımız bir sözcüğü istersek bütün bu terim sözlüklerinde arayabiliyor, tarayabiliyoruz. Orada 90dan fazla terim sözlüğü var. Bizim Türkler olarak– kusur da diyebiliriz belki– bilmediğimiz şey yokmuş gibi bir adetimiz var. Oysaki 93 tane terim sözlüğü çok ciddi bir katkı Türkçe için.
Füsun Sarp Nebil: Hocam 93 taneden örnek verebilir misiniz? Ne terimleri?
Tuncer Ören: Başında şöyle, ağaç işleri, anatomi terimleri, asalak bilim, atletizm, ayak topu -ki futbol demek yerine ayak topu demek çok daha da iyi- hatta şöyle ki benim gençliğimde uzun müddet insanlar köşe atışı diyememişlerdi, hep corner atışı yapılırdı ve penaltı atışı yapılırdı ceza atışı yerine ve insanların zihni ataletini aşmaları güç olduğu için, epey zaman aldı ve ama bereket olabiliyor ve bu arada böylece bu sözlükler devam ediyor, hatta en sonunda yöntem bilim terimleri, zanaat, zooloji, zootekni terimleri vesaire.
93 tane sözlük var ve de çok güzel, herhangi bir terim aradığınız zaman Türk Dil Kurumu’nda, isterseniz sözlük seç diye bir tek yeri tıkladığınız zaman bütün bunların hepsi birden taranabiliyor ve bu son derece de güzel bir servis.
Ondan sonra, bizim sitemizde Bilişimde Özenli Türkçe sitesinde sözlükler kısmında Türkçe diğer bilişim sözlükleri sayfasına girdiğiniz zaman, ilginçtir, 100 tane bilişim sözlüğü var Türkçede. Ve hepsi orada sıralanmış ve çoğu da internetten erişilebiliyor. Bir de bunların ilki 1964’de yapılmış bir sözlük.
Dolayısıyla, Türk bilişimcileri o zamandan beri dillerini varsıllaştırmaya çalışmışlar. Ben 1963de bilişim konusuna girmiştim ve hala da devam ediyorum ama o zamanlar yine İlker Bey’in bahsettiği gibi Türk bilişimcilerinin Dünya’daki başarılarına bir örnek daha şudur, o zamanlar “data processing center’lardan” yani, “veri işleme merkezlerinden” bahsedilirken Türkiye’mizde o merkezlerin adı “bilgi işlem merkeziydi” ve sonra onlar da bilgi işlemenin çok daha önemli olduğuna kani oldular. Ondan başka, kendi toplumumuz olarak, Ahmet Bey’in de bahsettiği gibi, bana gelen epey fazla teknik haberden, güncel olarak gelen terimlerden ortalama 20 tane kadar yeni terim öğrenmekteyim bilişim konusunda.
Bunları derleyip daha önce sözlüğümüzde olup olmadığını da denetledikten sonra Ahmet Bey’e yollarım, o bir kere gözden geçirir, karşılıklarını verir, ondan sonra da hep beraber, topluluk olarak irdeler ve sözlüğümüze ekleriz. Dolayısıyla şu anda 19 bini geçti terimlerimiz ve bir kısmı hakikaten güncel olarak halen Türkiye’mizde kullanılan İngilizce terimlere, kavramlara karşılıktır. Bir kısmı da daha gelecek kavramlara karşılıktır çünkü yapılmakta olan, hatta gelecek sene yapılacak olan uluslararası bir takım konferanslarda kullanılan terimleri bile içermekteyiz.
Başka bir örnek de 2006 yılında Türkiye Bilişim Ansiklopedisi’ni hazırlamıştık ve burada 200 kadar Türk bilişimci katkıda bulunmuştu ve onların bazıları alıştıkları gibi bazı İngilizce terimleri kullanıyorlardı, onlara sadece önerdik, “Türkçelerini kullanmaz mısınız?” Sadece bu kadar basit bir öneri ile Türkçeleri kullanıldı ve 1200 sayfaya yakın bir ansiklopedi sadece Türkçe kullanılarak yazılabildi. Sonra da İngilizce terimler yerine kullanılan Türkçelerini de içeren 2 tane sözlük eklendi üçer bin terimli.
Dolayısıyla, bizim bu konularda Türkçe zenginliğimiz çok fazla. İngilizce terim üretmek daha başkadır, -bu arada ben de 3. yabancı dilimi lisede öğrenmeye başlamıştım, ondan sonra başkaları da ilave oldu- Türkçenin özelliği eklemli bir dil olması ve 200’den fazla çekim ve yapım ekiyle son derecede rahatlıkla yeni terimler üretmek kabil ve terim sayısı Türkçede çok daha rahatlıkla artırabiliniyor ama bir şeyi bilmenizde yarar var. Bir dilin anlatım gücü sözcük sayısıyla kısıtlı değildir. Özellikle Türkçemizin anlatım gücü terim sayısıyla kısıtlı değildir.
Bir örnek vereyim; Birisine derseniz ki “duvarı boya” belli bir kavramı anlatıyorsunuz ama “duvarı boyat” dediğinizde, bir “t” harfi geldiği zaman araya 3. bir kişi giriyor ama “duvarı boyattır” dediğiniz zaman, söylediğiniz kişi birisini bulacak, o da başkasını bulacak, boyamayı da yapacak bu dördüncü kişi olacak. Dolayısıyla, Türkçemizin bu anlatım gücünü İngilizce karşılayamamakta.
Füsun Sarp Nebil: Tam tersini söylüyorlar hâlbuki değil mi?
Tuncer Ören: O sadece alışkanlıktan dolayı ama Türkçe sorunumuz yalnız teknik terim değil, örneğin mevsim yerine sezon demek, konut yerine rezidans demek, hatta yönetim kurulu başkanı yerine CEO’yu yeğlemek Türkçe terim olmadığı değil, bu çok daha ciddi bir sorun.
Füsun Sarp Nebil: Bu arada, sizin bir öneriniz var, TBD Bilişimde Özenli Türkçe Ödüllerini başlatmak, değil mi?
Tuncer Ören: Evet, Bilişim Derneğimizin çok güzel yenilikçilik için ödülleri ver ama epey fazla bilişim derneğimiz, bilişim kuruluşumuz da var ama onların en kıdemlilerinden olan derneğimize böyle bir başlangıç son derecede iyi olur, genç bilişimcilerimizi özendirmiş olur. Umarım günün birinde derneğimiz böyle bir ödül de başlatır. Dolayısıyla, isterse yalnız derneğin dergisinde veya toplantılarında, isterse daha da genelleştirerek, genişletilerek çeşitli medya kuruluşlarında vesaire hatta tezlerde de böyle bir ödül verilebilir ve her şeye rağmen, neye toplum değer veriyorsa o doğrultuda gelişmelerin olacağına inanıyorum ve sadece bozuk pusula ile doğru yolun bulunmayacağına inanan biri olarak böyle bir ödül pek çok genci, pek çok kıdemli çalışanı özendireceğine inanıyorum ve günün birinde de muhtemelen yapılır.
Füsun Sarp Nebil: Ahmet Bey, teknolojik terimleri Tuncer Bey biraz anlattı aslında ama daha detaylı size soralım, Türkçeye çevirirken nelere dikkat ediyorsunuz, buradaki kriterler ve temel nedir? Yani, computer bilgisayar olarak dönmüş, siz nasıl yapıyorsunuz bu işi?
Ahmet Pekel: Önceden de sordunuz ya, “bu teknolojik terimleri neden çeviriyorsunuz, computer olarak kullansaydık olmaz mıydı? Ya da ne bileyim, communication deseydik olmaz mıydı?” gibi sorular. Şimdi her insan yabancı bir terime mutlaka ve mutlaka kendi dilinde anlamlandırmak zorunda. Kendi dilinde anlamlandıramadığı bir şeyi doğru da kullanamaz.
Bakın şimdi, online deniliyor, her yerde online geçiyor ama onu kaçımız doğru olarak anlıyor ve algılıyor? Biraz çağrışım yoluyla, biraz hayal dünyasını geliştirerek belki bir karşılık buluyor ama sorun 100 kişiye hepsi farklı farklı şeyler söyleyebilir size.
Dolayısıyla, bir terimin nereye karşılık geldiğini bilmediğiniz takdirde ezberlemek zorundasınız. Ezberlediğiniz şeyi de yanlış yerlerde yanlış şekilde kullanma olasılığınız var. Temel konu budur.
Dolayısıyla biz, bir terimi Türkçeleştireceğimiz zaman öncelikle onun ne anlama geldiğini araştırıyoruz. O anlama bir karşılık bulmaya çalışıyoruz. Birebir karşılık zaten olamaz. Ne İngilizceden Türkçeye çevirilerde ne Türkçeden İngilizceye çevirilerde. Tek bir sözcükle karşıladığımız terimler de olabilir, birden fazla sözcükle karşıladığımız terimler de olabilir ama bu bizim anlatım gücümüzü azaltmaz.
“Gelemeyebilirdim” kelimesini İngilizce çok daha uzun söylersiniz. Düşünebiliyor musunuz? Yani daha fazla sözcük kullanmak zorundasınız. Biz kimi zaman iki sözcükle karşılık verdiğimiz zaman, “ya İngilizce terime birebir çeviremedin” gibi bir şeyle karşılıyoruz. Bizim “gelemeyebilirdim” kelimesini İngilizceye çevirsinler bakalım, kaç sözcük kullanılıyor. Bunun gibi.
Biz ilk olarak tabii ki bilişim terimleri İngilizce olduğu için İngilizce sözlüklerden yararlanıyoruz. Bir sözlük değil, birden fazla sözlüğe bakıyoruz, o kavramı düzgün anlatabilen noktaya gelebildiğimiz takdirde onun karşılığını kendi aramızda tartışıyoruz. Eğer, İngilizce sözlüğe baktık, doğru bir yere varamadığımızı düşünüyorsak, bir de Fransızcasına bakıyoruz. Belki diğer dillerin sözlüğüne de bakıyoruz ama baktığımız zaman bilişim terimlerinin çoğu Latince ve daha da geriye Yunanca kökenli.
Burada pek çok sözcüğün aslında Fransızcadan İngilizceye geçmiş olduğunu da görüyoruz. Fransızcanın da temellerinin Latinceye ve Yunancaya doğru gittiğini de görüyoruz. Yani, bizim baktığımız sözlükler arasında Latince, etimolojik gelişimine de bakmamız gerekiyor bu sözcüklerin.
O nedenle, eğer birebir karşılık uymuyorsa bir başkasına bakıyoruz dedim ya, orada Tuncer hocamızın çok güzel bir örneği var, ben onu burada yinelemiş olacağım: “Wizard”a ne diyoruz, “sihirbaz”. Hâlbuki Fransızcasına baktığımız zaman onun aslında yardımcı olduğunu görüyoruz. Bize gerçekten yardımcı olmak üzere hazırlanmış bir olanak, öyle değil mi? Yazılım kurarken örneğin, “Wizard’dan Yararlanın” dediği zaman aslında o bir yardımcı. Biz onu bir yardımcı olarak Türkçeye çevirmiş olduk.
Bunun gibi örnekler var. Sözcükler üretilirken yapılan şeyler, bu biraz evvel bahsettiğim dil kurultayında yapılan çalışmalarda izlenen yöntemler ne ise aslında onlara da bağlı. Onları kısaca söyleyeyim, bir dilin kök ve eklerinden yeni sözcükler türetilmesi –ki bizim dilimiz eklemeli bir dil– sonsuz boyutta, bir matematiği var. Dolayısıyla, olanakları çok geniş bir dil.
Var olan sözcüklerden bileşik sözcükler türetebilme olanağımız var. Örneğin, biçerdöver demişler “harvester”a, bileşik sözcük yapmışlar. Eski kaynaklardan unutulmuş sözcükleri de canlandırma söz konusu ki bu dil devrimi sonrasında yapılan konulardan biri de bu, eski kaynaklardan dediğimiz Orhun Yazıtlarında örneğin, “erdem, baş” var. Bunun gibi.
Bir de dilin değişik lehçelerinden ve bölgesel ağızlarından yararlanmışlar o zaman. Dolayısıyla, bizim önümüzde bu karşılıkları vermek için çok fazla olanak var, çok fazla kaynak var, biz de bu çerçevede sözcüklerimize, karşılık verdiğimiz terimleri sürekli artırmaktayız.
Ernur Öktem: Terimlerin karşılıklarını bulduk, belirledik ama bunların bir de kabul görmesi, yani yaygınlaşmasının nasıl sağlanacağına dair bir çalışmanız, bir düşünceniz var mı? Neler yapılabilir bu konuda?
İ. İlker Tabak: Şimdi tabii bilişim terimlerden söz ediyoruz öncelikle ve bilişim terimleri söz konusu olduğunda TBD’nin 1972 yılından beri yayınlandığı bilişim dergimiz var. Bu ekip aynı zamanda o derginin yayın kurulunun da üyeleri.
Sonuçta oradaki yazıları biz gözden geçiyoruz gelenleri, kendimiz yazarken zaten gereken özeni gösteriyoruz ve olabildiğince yazarını da uyararak Türkçelerini kullanmasını sağlıyoruz. Bu yaygınlaşmanın bir yolu. Artı kamunun hazırladığı birtakım mevzuatlarda olsun başka şeylerde görüş istendiğinde bizden yine onları yanıtlarken Türkçelerini, gerekirse parantez içinde ingilizcesini de vererek yanında kullanmalarını öneriyoruz, gönderirken geriye öyle gidiyor.
Nasıl yayımlanırsa öyle başlıyor çünkü. Mesela bir “dijital dönüşüm ofisi “kuruldu ki dijital sözcüğünün karşılığı “Sayısal”dır. Biz bu konuda çok yazdık, çizdik, bilişim dergisinde olsun, başka yerlerde olsun, belki günün birinde adı da değişir oranın, sayısal dönüşüm olur, vatandaş daha iyi anlar.
Bir de arandığında bulunması önemli bu sözcüklerin. Biz sayfamıza yakın bir gelecekte arama motoru da ekleteceğiz, kendi hazırladığımız sözlüğün içinde sözcükleri, terimleri arama kolaylığı olsun diye bunu da bir staj çalışmasında bir arkadaşımıza yaptırdık. Onu eklediğimizde, sözlüğümüz güncellendikçe zaten aranıp bulunması daha kolay olacak o terimlerin.
Artı Tuncer hocam da bahsetti, bir takım ödüllerimiz, yarışmalarımız var ki, Aydın Köksal ödülleri veriyoruz, onun şartlarından biri akademik alandaki yayınların Türkçe yapılması. Tabii burada işin içine başka mevzuatlar da giriyor, biz Türkçe koşulu koyduğumuz için oradaki ödül ölçütleri arasına, Türkçe makale üretmiyor akademisyenler, doçentlikten sonra özellikle de İngilizce isteniyor ya da başka dillerde, puan getirsin diye, öyle bir mevzuat sıkıntısı da var.
Tek başına bizim çabamız yeterli olmuyor, yeri geldiğinde mevzuat karşımıza engel olarak da çıkabiliyor. Başka meslek alanlarının da benzer çalışmayı yapabilmesi için teşvik ediyoruz. Biz güzel bir sistem oturttuk, bu sistemi, bu yöntemi aktarıyoruz da, hatta geçen seneki Aralık ayında yaptığımız bilişim kurultayının içinde gerçekleştirilen akademik bilişim etkinliğinde İngilizce olarak anlattık Türkçe çalışmamızı, biliyor musunuz?
Yani, IEEE makaleleri öyleydi, oradaki koşul oydu, oturduk, vardı zaten elimizde, bildiri haline getirdik, İngilizce olarak anlattık. Dedik, “Türkçe anlatamıyoruz Türkçe çalışmasını bari İngilizce anlatalım belki meraklıları ilgi duyar ve oradan bir şeyler alırlar”.
Dünyanın dört bir tarafından gelen bildiri sunucuları vardı, izleyenler vardı, çevrimiçi de yayınlandı bunlar. Herhalde bir şekilde karşılığını bulacaktır. Hukukta özenli Türkçe dedik, hukuk ve bilişimle ilgili uluslararası bilişim hukuku kurultayında -yaklaşık beş sene oldu herhalde- bir bildiri olarak bir sunum yaptık orada. Çünkü hukukçuların da kendinin geleneksel olarak gelen ağır sözcükleri var, yani oturmuş, bunları değiştirmek zor, toplumun anlayacağı şekilde bir şeyler yapılırsa daha faydalı olur. Herkes ceza mı yiyecek, ödül mü alacak o kararda ne olduğunu anlayabilir en azından.
Onlara bir yöntem olarak anlattık. Başka alanlar için de teşvik ediyoruz, onlara yol gösteriyoruz. “Gelin bakın, biz burada haftada 2 saat vakit ayırıp burada bir çalışma yapıyoruz ama siz de bunu yapabilirsiniz.” Meraklıları ne yapacağını bilmiyor, bir araya gelmeyi bilemiyorlar. Biz de her platformda, her bulunduğumuz ortamda, yazdığımız her yazıda, her yayında bunları açıklıyoruz. Bize de böyle bir fırsat verdiniz, size ayrıca tekrar teşekkür ederiz.
Füsun Sarp Nebil: Esasında ben bir mühendisim ama lisede momentum kelimesine takılmıştım. Bizim evde İngilizce sözlük vardı, o sayede anlamını anlamıştım. Hakikaten çocukların fizik veya kimya öğrenmelerinde de aynı sorun var. Matematik biraz daha Türkçeye çevrilmiş, Atatürk’ün de bir geometri kitabı var ama fizik ve kimyada başarısızlığın bir nedeni de bu olsa gerek. Ne diyorsunuz Tuncer hocam?
Tuncer Ören: Momentum aslında gayet güzel bir örnek, kitlenin sürat ile çarpımı, dolayısıyla devinirlik. Aslında, Türkçemiz için söylenecek çok şey var, kendimiz için de söylenecek şey var. Biz aslında çok esnek düşünebilen bir millet olmamızın bazen cezasını görüyoruz. Şöyle ki, bizim yaptığımız kadar yabancı bir kelimeyi kendi dilinde kullanabilen başka bir millet yok. Ama Türkçe o kadar kıvrak bir dil ki, hepsini kullanabiliyoruz, Türkçeleştirebiliyoruz ve bu hakikaten Türkçenin başka bir gücü ama yapmamakta yarar var o ayrı.
Fransızlar bizim yaptığımızın mesela 1/10’u dillerine yapılan bir hatayı barbarlık olarak nitelendirirler ve ben ilk yabancı dilimi daha 12 yaşında Fransızca öğrenmekle başladığı için bu barbarlık terimini maalesef çok bildiğim için, dile daha özen göstermeye başlamıştım Biz hakikaten çok esnek ve kıvrak bir zekâya sahibiz ve bunun cezasını bazen görüyoruz. Örneğin, bazı kullanışlar, biz şemsiyemizi alırız, yağmura karşı kullanırız. Oysaki şems güneş demektir, Arabistan’da tabii güneşe karşı korunmak için kullanılan nesnenin adı şemsiyedir ama Fransa’da mesela iki tane terim vardır, güneşe karşı kullanmak için gölge vermek anlamında kullanılan “umbrella” bir de yağmura karşı “parapluie” kullanılır. Ama şemsiyeyi yağmura karşı kullanırken; “iyi de bu sözcük kavramı doğru anlatmıyor” diyen hiçbir Türk’e rastlamadım şimdiye kadar.
Onun için buradan çıkaracağımız ders: Biz başka dillere gösterdiğimiz esneklik ve anlayışı Türkçemiz için de göstersek ne kadar iyi olur. Hatta başka şeyler de var. Jilet kullanıyoruz -iyi ki jilet var ustura yerine- ama yine jilet o nesnenin adıdır ama jilet aslında bir etiket o nesneye verilen bir etiket, çünkü onu bulan insanın adı Gillette olduğu için jilet denmiş. Dolayısıyla bu esnekliği kendi dilimize de göstermekte hakikaten yarar var ve bence dilimizdeki sorun, -teknik terimler, özellikle önem kazanan bir devirdeyiz- Türkçe’mizi sevmek, Türkçe bilincimizi artırmaktan geçiyor ve ben yıllar evvel de yazmıştım, özenli Türkçe konusunda ilkyazım 1998’de çıkmıştı, o zaman yazmış olduklarıma hala inanıyorum çünkü Türkiye’de 1963’de bilişim konusuna giren bir insan olarak ve o zamanlar daha bilişim çok yaygın olmadığı için, bilişim şirketleri büyük bir lüks ile zekâ testleri ile eleman alırlardı ve nasıl zorla eleman bulunduğunu da çok iyi biliyorum.
1998’de yazdığım yazıda şöyle demiştim: “Aydın Türk bilişimcilerinin bu konuda da iyi örnek olabileceklerine inanıyorum.” Ve hakikaten çok rahatlıkla iyi örnek olabilirler ve iyi örnekler yayılmasına da vesile olacaktır. Ve aslında tabii İngilizce bileceğiz, ben 20 yaşındayken İtalyanca öğrenirken 21 yaşında İtalyan hükümetinden bir burs almıştım ve oraya gittiğim zaman İtalya’da demişlerdi; “mühendislik okuyorsun, niçin İtalyanca öğreniyorsun?” demiştim ki; “ben sizin şarkılarınızı çok seviyorum.” Ve hala seviyorum ve hatta İtalyanca şarkıları anlamını da bilerek dinlemek çok hoşuma gidiyor.
Onun için birden fazla dil bilmekte yarar var. Hem meslek olarak, hem genel kültür olarak ve dünyaya başka bir açıdan bakmak olarak. Ama başka bir dil veya birden fazla dil bilmek kendi dilimizi horlamak, hatta ona ihanet etmek için yeterli bir sebep olmamalı diye düşünüyorum.
Hakikaten Türkçemiz o kadar güzel, o kadar güçlü bir dil ki, atalarımız daha önem verseymiş başka epey ülkedeki insanlar da bugün Fransızların vaktiyle yapmış olduğu gibi Türkçemizi yayabilirlermiş. Yaymasalar da, kendi ülkemizde biz Türkçemizi zevkle kullanabiliriz ve biz küçük bir topluluk olarak bu konuda çalışmamızdan da çok memnunum ve yine küçük bir topluluğun bazı işler yapabileceği hakkındaki inancım da, ta lise zamanından gelen sanat tarihi merakımdan gelmekte. Batı sanatındaki akımlar hakikaten hep bir avuç insan tarafından yapılmış. Mesela yüzlerce insan izlenimciliği ortaya çıkartmamış, son derece daha az insan yapmış ve bunun gibi başka akımlar da ve ben arkadaşlarımdan, dostlarımdan son derece memnunum. Biz çalışırken ego diye bir sorun olmadan, birbirimizi tamamlayarak, bazen birimiz bir şey söylediği zaman kendi fikrimizi çok rahatlıkla bırakıp o fikri destekleyerek ve bazen de söyleneni iyice kabul etmeden devam etmiyoruz.
Bu da tabii hiç olmazsa benim için yine lise alışkanlığıyla Fransızcanın tesiriyle, Descartes’in aklın idaresi için kurallarını uygulamaktan geçiyor. Bu işi yapabildiğimiz için ben çok memnunum ve derneğimize de, bize ev sahipliği yaptıkları için son derecede minnettarım ve sizlere de çok teşekkür ederim. Türkçemiz hakikaten çok güzel bir dil, ona layık olmalıyız.
Ernur Öktem: Bizler de çok teşekkür ediyoruz, sizlere, siz kıymetli hocalarımızın yaptığı bu çalışmalar için öncelikle. Küçük bir ekleme yapmak isterim ben de, Doğu bloğu dağıldığı yıllarda o ülkelerden gelen bir mühendisle konuştuğumda bana şunu söylemişti; “Biz doğu bloğu dağılana kadar Dünya’da herkesin Rusça konuştuğunu, tüm Dünya’nın Rusça konuştuğunu düşünürdük ama bunun böyle olmadığını gördük bu blok yıkıldıktan sonra” dedik. Yani biraz dış dünyanın farkında olmak gerekiyor, Türkçemizi zenginleştirmek adına yapılan bu güzel çalışmalara bilişim profesyonellerinin de sahip çıkması ve dilimizin zenginleşmesine bir katkı vermesi gerektiğine inanıyoruz, buna yürekten inanıyoruz. Sizlere çok teşekkür ediyoruz çalışmalarınız için, bu kıymetli söyleşi için.
Füsun Sarp Nebil: Ve dil bayramımızı kutluyoruz. Hepinizin ve hepimizin.