• Günlük Haberler
  • *İNSAN KAYNAKLARI
  • BİLİŞİM
  • e-TİCARET
  • Giriş
  • Kayıt
26 °c
Istanbul
26 ° Sal
26 ° Çar
26 ° Per
26 ° Cum
Türk İnternet
  • Ana Sayfa
  • BİLİŞİM
  • e-TİCARET
  • INTERNET
  • TELEKOM
  • YENİ TEKNOLOJİLER
  • Hakkımızda
No Result
View All Result
  • Ana Sayfa
  • BİLİŞİM
  • e-TİCARET
  • INTERNET
  • TELEKOM
  • YENİ TEKNOLOJİLER
  • Hakkımızda
No Result
View All Result
Türk İnternet
No Result
View All Result
Ana Sayfa

Salgını, Yangınları, Musilaj’ı, Selleri Yaratan Şey İklim Değişikliği

Fusun S.Nebil-Fusun S.Nebil
12 Ağustos 2021
-Bilişim Hukuku, Çevre, Günlük Haberler
0
Facebook'ta PaylaşTwitter'da PaylaşLinkedin'de Paylaş

Maalesef 15 gündür yangınlarla uğraşıyoruz. Ondan önce musilaj bizi epeyce üzdü. Zaten 18 aydır bir salgının içinde debeleniyoruz, aşıydı, maskeydi, deltaydı. Günlerimiz bunları tartışarak geçiyor. İyi de bunlar başımıza neden geliyor?

Salgın, müsilaj, yangınlar, bizler için gitgide yükselen bir tehdit tablosu var. Hele ki son yangınlar canımızı çok yaktı. Yanısıra İtalya’daki yangınlarda 30 milyon arının öldüğü, Yunanistan’da da durumun feci olduğu kaydediliyor.

Bunlar ayrı ayrı olaylar mıdır? Yoksa bir bütünün parçaları mıdır? İklim Değişikliği – Küresel Isınma’dan bahsediyorum. Bugün Küresel Isınma ile Musilaj, Yangınlar ve Salgının ilişkisini konuşacağız. Kiminle? Türkiye Barolar Birliği Çevre Hukuku komisyonu başkanı Av.Gökhan Candoğan ile.

Candoğan’ın konuya sadece hukukçu olarak yaklaşmadığını, yanısıra çevreci birisi olarak da yaklaştığını ve pek çok çevre olayının içinde olduğunu ve hukukçu olarak da destek verdiğini biliyoruz.

Gökhan Bey hoş geldiniz, siz çoktandır çevre konularıyla ilgileniyorsunuz, hem hukukçu hem de bireysel olarak, değil mi?

Gökhan Candoğan: Merhabalar, evet. Çok uzun yıllar Greenpeace, Greenpeace Türkiye ile çalıştık, çalışmaya devam ediyoruz. İdari davalarla uğraştığımız için bugüne kadar ve özellikle enerji süreçlerinde çok yer aldığımız için ister istemez bir yerden sonra mutlaka bir çevre sorunu gündeme geliyor, özellikle enerji üretimi ile ilgili her meselede. O yüzden çok motive olarak, çok severek çalıştığımız bir alan. Umuyorum da etkisi olabilecek şeyler yapabilme şansımız olur bundan sonraki süreçte.

Salgında etkili 2 konuya değinmek istiyorum. Bir tanesi devletin yaklaşımı, yani büyük kongreler yapıldı, bu arada bir takım karantina zamanlaması yapıldı, doğru mu yanlış mı yapıldı, aşılanmada bir politika geliştirildi, o politikada yolda üretime katılanlar, yani toplu taşımaya binen gençlerden çok 65 yaş üstü önce aşılandı, bu doğru muydu? Nasıl karar verildi, biz bunu şeffaf göremiyoruz. Bu arada, aşının Aralık ayında Uğur Şahin ile alınması konuşuldu fakat araya firma gireceği söylendi gibi bir takım duyumlar oldu. Sonuçta bu konularda sorun gören bir vatandaş ne yapmalı? Öncelikle bunu soracağım. Devlete görevini nasıl hatırlatabiliriz?

İkincisi, aşı olmayan insanlar var. Bu insanlar hemen aşının başında çıkan komplo teorileri nedeniyle böyle yapıyorlar. Sizce bunun hukuki tarafı nedir? İnsanların aşı olmama hakkı var mı? Çünkü sonuçta bir toplumda yaşıyoruz, bu kişilerin aşı olmaması eğer salgını sürdürüyorsa, aşı olmama hakkından bahsedilebilir mi? Bir de, aşı olmayanlara karşı nasıl önlemler alınır? Hukuki tarafta söylenecek bir şey var mı?

Gökhan Candoğan: Güzel bir noktadan başladık. Bu noktada pandeminin bizzat kendisi bile aslında bizim yüzyıldır, özellikle sanayi devriminden bu yana yaşanan süreci tüm Dünya’da insan çağı, antroposen çağı tanımlaması yapılıyor. 4.5 milyar yıllık Dünya tarihinde ilk defa insan bütün gezegen üzerinde etkiler doğurabilir noktaya geldi. Bilim insanları bunu antroposen çağı olarak tarifliyorlar.

Gerçekten biz bu yüzyıllık, sanayi devriminden bu yana yüzyılı aşan sürede gezegenle ilgili pek çok doğal döngüyü sarstık. Pandemi ile ilgili de bu çok tartışıldı, hatta zamanında, bir anda ortaya çıkmış bir şey değil. Pek çok insan bu konulara ilgili bilim insanları, bu uyarıları yapmışlardı, bunları dinleyen insanlar vardı ve deniyordu ki, biraz daha bu şekilde gidersek, insan uygarlığı vahşi yaşamın sınırlarını çok aştı.

Eskiden dünyanın yarıya yakını bir vahşi yaşam, insan etkisi görülmeyen alanlardan oluşurken, bu giderek azalmaya başladı. Sayımız artıyor, uygarlığın gidebileceği noktalar artıyor, yaşam alanları, sınırlar zorlanıyor. Sınırların zorlanması, bizim hiç karşılaşma olanağımız olmayan bakterilerle ya da bu tür şeylerle karşılaşma ve bu tür salgınların ortaya çıkmasını tetikleyebileceği belli bir süreden bu yana konuşuluyordu.

Şimdi tabii komplo teorileri açısından iyi bir nokta, çünkü 3-4 yıl önce bu tür şeyleri söyleyen insanları, bakın bu adam şu tarihte söylemişti bir plan uygulanıyor gibi şeyler de söyleniyor ama tabii onları çok doğru yaklaşım olarak bulmuyorum. Bir buçuk yıllık bu deneyim hepimiz için, yurttaşlar ve yönetim açısından çok ciddi bir süreçti. Psikolojik olarak, yasal olarak, yönetimsel olarak bunların hiç birisine hazırlıklı olmadığımızı çok net bir şekilde gördük.

Mümkün olduğunca sorumlulukları objektif olarak görme taraftarıyım. Elbette ki bu tür olumsuz olaylar yaşadıkça mevcut yönetimleri eleştirmek son derece doğaldır –ki burada, bütün Dünya’da, Türkiye dâhil- sosyal devleti yok eden 20-30 yıllık özelleştirme sebebiyle biz devletimizin pek çok noktada aksadığını gördük. Bu çok net bir durumdur. Hızla yapılmak istenen şeyler oldu, aşı konusunda da, pandemi konusunda da, seller konusunda da, orman yangınları konusunda da, iyi niyetli pek çok nokta var ve bazı şeyleri konuşacağız tabii ki özellikle yangın söndükten sonra, sellerin etkisi gittikten sonra, hızlı bir şekilde konuşmaya başlamamız gerekiyor.

Ama pandemi güzel bir örnek oldu. Kamu hizmeti alanlarının daraltılmış olması, sağlıkta ve özellikle önleyici tıp noktasında çok ciddi eksikliklerimiz, aşı üreten bir tesisimiz vardı kapatıldı, ne ihtiyaç var, dışarıdan alırız gerekirse denildi. Sonra pandemi gibi bir şey yaşanınca alelacele böyle farklı kanatlardan bu iş yürütülmeye çalışıldı. Belli bir noktaya da geldik ama bu yanlış bir karar alındığının çok net bir göstergesi.

Burada, özellikle aşı zorunluluğu ile ilgili noktada çok buna iyi bir cevap oluşturacak, biz bütün bu süreçleri dikkat ettiyseniz hep genelgelerle yürütmeye çalıştık. Pandemi süreci yaşıyoruz, sokağa çıkma genelgesi çıkıyor. Ne yapacağız genelge çıkıyor. Haftaya ne olacak genelge çıkıyor. Yanlış yaptık, yeni genelge çıkıyor. Biz genelgelerle bu süreçleri atlatmaya çalışıyoruz.

Oysa hukuk devleti açısından bu işin mutlaka ve mutlaka yasal düzenleme ile yapılması gerekiyor. Aşı zorunluluğunda çok net bir şekilde ortaya çıktı, 2015 yılında anayasa mahkemesinin bir ebeveynin kendi çocuğuna, karma aşı yaptırmak istemiyorum dediği için bir mahkeme kararıyla çocuğa aşıların yapılması kararı alıyor, ebeveyn gidip Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapıyor. Diyor ki; Anayasanın 17. Maddesi gereği, bebeğimin vücut kişilik hakkıdır, böyle bir müdahale yaptırmam diyor ve Anayasa Mahkemesi 2015 yılında genel kurul olarak verdiği kararda bunun elbette 17. Maddede şöyle bir hüküm var: “Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.”

Hüküm çok net. Tıbbi zorunluluk ve kanunda yazılı haller. Şimdi, bakıyorsunuz Anayasa Mahkemesinin yaptığı doğru. Bu bir müdahaledir ama bu müdahaleyi meşru kılan bir kanun var mı? Çünkü AİHM dâhil, bakılan 1. nokta şu; bu temel bir hakka müdahaledir, bunu öngören bir yasal düzenleme var mı? Türkiye’de buna dayanak gösterilen 2 tane kanun olduğu, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu, bir de 1593 sayılı Hıfzıssıhha Kanunu. Birisi 1930 yılından kalma bir kanun, diğeri de yeni.

Ancak Anayasa Mahkemesi yaptığı inceleme sonucunda bu iki kanununda Anayasanın 17. Maddesinde öngörülen kanun olmadığını tespit etti ve dedi ki: “Siz bir kanun hükmüne dayalı olmaksızın böyle bir müdahale yapamazsınız, Anayasaya aykırıdır. Şimdi bu ne demek? 2015 yılında verilmiş bir karar var ve yönetime diyor ki: “Sen bu tür durumlar için bir kanun düzenlemesi yapmalısın.”

Yıl 2021 oldu, pandemi yaşadık ve hala bu konuda hiçbir yasal düzenleme yapılmadı. Bu çok vahim bir hatadır. Bu çünkü sizin sorunlarla karşılaştığınızda hukuk devleti nasıl cevap verir, hukuk devleti öngörülebilir kanun, herkesin önceden bilgisi olan, çok farklı yönler tartışılarak meclisten geçirilmiş, bir yasal düzenleme ile cevap verirsiniz.

Genelge demek ne demektir? Akşam bir sorunla karşılaşırsınız, sabah kalkar bir metin yazarsınız kimseye danışmadan buna genelge dersiniz.

Ama kanun çıkarırken, iktidar bir şey söyler, muhalefet bir şey söyler, bilim insanları, STK’lar bir şey söyler siz onları alıp “Ya evet, bunun şöyle de bir tarafı da varmış” der, düzeltir öyle çıkarsınız. Kanun yapmak bu demektir, bu yüzden önemlidir.

Şimdi Türkiye’de böyle bir şey yok. Pandemi ile ilgili sürece geldiğimizde, elbette hepimiz bunun farkındayız, tıbbi bir zorunluluktur bu. Yani bu devirde, bu dönemde, aşıya karşı çıkmak gerçekten aklın alabileceği bir şey değil. Ama neden yönetim 5-6 yıl önce uyarıldığı halde, bu konuda ihtiyaçlara karşılık verecek, modern bir kanun çalışması yapmadı? Meclis neden böyle bir şey yapmıyor? Bunun çok ciddi bir şekilde sorgulanması lazım.

Bu, kötü yönetimin çok net bir tezahürüdür ve iyi niyetli bütün çabaları da peşi sıra verimsizliğe ve etkisizliğe itmektedir. Çok iyi niyetli olabilirsiniz ama doğru yöntemleri kullanmadığınız vakit karşınızda bu tür şeyleri her zaman yaşayabileceğiniz tartışmalar olacak.

Bir de bunun şöyle bir tarafı var. Neden insanlar aşı olmaya karşı çıkıyor? Komplo teorileri var, bir sürü saçma sapan argüman var. Siz bu bilgi kirliliğine nasıl mücadele edebilirsiniz? Bunun bence iki yöntemi var. Bir tanesi, kapalı bir toplum, otokratik bir cevaptır, bir tanesi demokratik bir toplum cevabıdır.

Demokratik bir toplumda siz böyle bir temel meselede bir düzenleme yapar, öncesinde bütün kamuoyunun tartıştırır, belli bir olgunluğa getirir, bunu meclise sunarsınız. Bunu yaptığınız vakit görüş almış, şeffaf davranmış. İnsanların fikrini almış ve topluma bilgi vermiş olursunuz. Bunu yaptığınızda gene birileri çıkıp bunu istemeyecektir ama oranı çok düşecektir.

Şimdi siz doğru dürüst bilgi vermezseniz, insanlar sosyal medya gibi artık ne yazık ki çığırından çıkmış bir bilgi kirliliği okyanusuna dalarsa oradan kimse sağlıklı çıkamaz. Kafası sürekli karışacaktır.

Doğru hukuki yöntemin kullanılmaması bu noktada bizim elimizi çok zora sokuyor. Meclisin birinci görevidir, onca saydınız; pandemi, müsilaj, orman yangınları ve seller. Bunların hepsine, meclis olağanüstü toplarsınız, böyle bir şey gerekiyor hemen yapalım dersiniz. Tartışırsınız, 10-15 günlük bir sürede bu kanun çıkmış olur ve bu tartışma kesilirdi. Ama şu andaki hukuki duruma baktığınızda, evet Türkiye’de aşı zorunluluğu getiren bir yasal düzenleme, Anayasa Mahkemesine göre yok.

Birçok sorun olacak, sahalara aşı olmayanları almayacağım diyeceksiniz, dayanağınız nedir? Aşı olmayanların işten çıkarılmasına dair işveren düzenlemeleri var –ki bence çok haklı niyet olarak- gidecek iş hukukuyla ilgili bir sürü ihtilaf olacak. Daha pek çok şeyle karşılaşacağız. Neden hala bir yasal düzenleme yapılmaz? Genelgeyle olmaz bu. Çok net. İki soruyu bu anlamda birlikte değerlendirmiş olabiliriz.

Şimdi müsilaj konusuna geçmek istiyorum. Ben baktığımda müsilaj konusunda yönetimlerin görevlerini yapmadığını düşünüyorum bir vatandaş olarak, denizi çok seven bir kişi olarak. Denizin bu haline fazlasıyla üzülüyorum. Yönetimlerin yerel ya da merkezi hükümetin, devletin zamanında önlemleri, yani biyolojik arıtmayı mecbur kılmak, aşırı avcılığı engellemek gibi, bunları yapmaması nedeniyle vatandaş ya da Sivil Toplum Örgütleri olarak hukuka başvurma şansımız var mıdır? Mesela iş modeli tıkanan balıkçılar, midyeciler de var. Denizi sevenler, denize girmeyi ya da denizden başka türlü yararlanmayı düşünenler arasında. Dolayısıyla, bu konuda vatandaşın bir şansı var mı hesap sorma gibi?

Gökhan Candoğan: Elbetteki var. Bence zaten müsilajı, orman yangınları ve selleri ortak başlıkla değerlendirebilir: İklim değişikliği olarak. Geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler hükümetler arası iklim değişikliği panelinin bir raporu yayınlandı. Çok yeni ve bu rapora inerken Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri: “Bu bizim için kırmızı, çok net bir uyarıdır.” Dedi. Ve bu raporu hazırlayan bilim insanlarından birisinin çok net bir ifadesi var: “İnsanın Dünya’nın atmosferini, denizlerini ve karasını ısıttığı kesin.” Çok net bir ifade bu artık.

Dolayısıyla burada bence belki ikiye ayırarak bazı şeyleri konuşmamız lazım. Birincisi, iklim değişikliği büyük başlığı küresel düzeyde konuşmamız gerekiyor. İkincisi, Türkiye üzerinde durum nedir?

İklim değişikliği dediğimiz terim nedir? Zaten tamamıyla insan kaynaklı faaliyetler sebebiyle Dünya’nın ikliminin değişmesidir. Nedir burada temel faktörler? Fosil yakıtların kullanımı, arazi kullanımı değişiklikleri, ormansızlaştırma ve sanayi tesisleri, sanayi süreçleri gibi insan faaliyetleriyle atmosfere salınan karbondioksit ve metan başta olmak üzere sele gazlarının oranının ciddi bir şekilde artması ve bunun da atmosferi, toprağı ve denizleri ısıtması şu anda bizim yaşadığımız küresel iklim değişikliğinin tanımıdır.

Buna BM’in iklim değişikliği çerçevesinde biraz daha hukuki tanım getirilmiş, bence çok önemli: “Karşılaştırılabilir bir zaman döneminde gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan ya da dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan etkinlikleri sonucunda iklimde oluşan değişiklik.” İklim değişikliği bu.

Yani, yarın bir dava açacak olsanız, sizin birinci cümlenizde sarf edeceğiniz şey budur. Böyle bir iklim değişikliği tanımı var ve Türkiye bu sözleşmenin tarafıdır. Paris iklim anlaşmasını onaylamadık ancak çerçeve sözleşmeye tarafız.

Şimdi, burada insan davranışının yoğunlaştığını çok net biliyoruz. Burada, Dünya’nın, özellikle gelişmiş ülkelerin çok ciddi sorumlulukları var. Şu anda belki Çin en fazla karbon salınımını yapan ülkedir ama totalde baktığınızda ABD ve Avrupa Birliği inanılmaz bir ölçüde karbon salınımı yapıp küresel iklim değişikliğinin bir numaralı müsebbibi haline gelmiştir diyebiliriz.

Şimdi, bizim bütün yasal mevzuatımızda, doğal afet olarak tanımladığımız, müsilaj, orman yangınları, seller aslında yeni bir hukuki kavrama ihtiyacımız var. Bunlar artık bence özellikle Birleşmiş Milletlerin bu raporlarını da alırsanız, doğal afet değil artık bunlar. Bunlar, insan kaynaklı afetler.

Bu tanımlama hukuken çok büyük fark getiren bir şeydir. Siz bizim idare hukukumuza göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi yurttaşlarına idarenin faaliyetlerinden uğranılan zararları gidermekle yükümlüdür. Örneğin yüksek hızlı tren çarpışması, kötü yapılan bir karayolunda meydana gelen bir kazadan sorumlu gibi hallerde vatandaş olarak devlet eğer sizin zararınızı gidermediyse kendiliğinden, idareye başvurup anayasa çerçevesinde, “sen şu kamu hizmetini eksik, hatalı ve kötü verdin bana ve ben bundan dolayı şöyle bir zarara uğradım, bunu karşılaman gerekiyor” diye başvuru yapıp, arkasından da dava açabilirsiniz.

Özellikle de burada, bir, doğrudan idarenin misal sorumluluğu vardır, kötü kamu hizmeti, bir de, her türlü şeyi yaparsınız ancak gene de o zarar meydana gelir, bu tür bazı istisnai durumlarda da fedakarlığın denkleştirilmesi denen, sosyal risk teorisi çerçevesinde kabul edilen kusursuz sorumluluk vardır.

Eğer bir doğal afet dediğinizde devlet her şeyi yapar ama çözüm bulamazsa, sosyal risk ilkesi üzerinden, ben bunu talep ediyorum diyebilirsiniz ama eğer iklim değişikliği gibi ana bir temelde termik santral yapan, Marmara denizini bataklığa çevirme noktasında gelen bir deşarj noktasına getiren bir yönetim varsa, silsile halinde bir yönetim tabii ki, 80’lerde başlayan bir mesele.

O zaman siz, burada insan kaynaklı, yönetimsel hatalar kaynaklı zarar söz konusudur deyip, tazmin edilmeyen zararınızı talep edebilirsiniz hukuken, Türkiye’de bunun yolu açıktır.

Şimdi şöyle de bir eğilim var, bu son bahsettiğim BM raporundan sonra bazı çevre örgütleri de bunu şey yaptı, dünyada giderek artan sayıda iklim davası açılıyor. Avrupa’da özellikle pek çok çevre örgütü ve kişi kendi hükümetlerine karşı, “sen iklim değişikliğiyle yeterli ölçüde mücadele etmiyorsun, Paris antlaşmasının taahhütlerini yerine getirmek için gerçekçi adımlar atmıyorsun” diye kendi hükümetlerine dava açıyorlar ve mahkemeler ihlal kararları vermeye başladı.

Evet, tazminat değil ama “sen Hollanda hükümeti, iklim değişikliğiyle mücadele için yeterince mücadele etmiyorsun.” Neden Hollanda? Çünkü Hollanda bu iklim değişikliği sürecinde denizlerin yükselmesiyle belki toprağının çoğunu kaybedecek ülkelerden birisi. Benzeri Fransa’da, Amerika’da çok sayıda dava var.

Yaşadığımız felaketler var. Geleceğin tartışması değil, biz Türkiye olarak bence, son yaşadığımız orman yangınları ve sellerle şunun farkına vardık kısmen, bir şeyler oluyor. O süreç başladı galiba. İklim değişikliği artık geleceğe ait bir tartışma değil. Bakın ülkenin bir tarafında sıcaklıktan söndürülemeyen yangınlar ortaya çıkarken, bu Amerika’da, Avusturalya’da çok daha büyük ormanlık alanlara sahip ülkelerde oluyordu, okuyorduk ama Türkiye’de de bu olmaya başladı ama aynı anda ülkenin bir başka coğrafyasında sel yaşanıyor.

İkisini aynı anda nasıl yaşayabiliriz ki? Türkiye aslında aşırılık, iklim olaylarına çok aşina bir ülke değildi. İşte bunları şu anda birebir yaşamaya başladık ve ciddi bir manada biz bununla ne yapacağımızı, nasıl mücadele edeceğimizi konuşmak zorundayız artık. O noktaya geldik.

Hukuken davalar açılacak, açılmalı. Yerel yönetimlere, merkez yönetimlere, işte müsilaj meselesi el birliğiyle vatandaşlar dâhil bizim yok ettiğimiz bir denizden bahsediyoruz. Zamanında Haliç’i, İstanbul’un etrafını temizlemek amacıyla getirilen derin deşarj yöntemi, bizim bütün kanalizasyonumuzu, insan atıklarını, artıklarını hiçbir arıtıma tabii tutmaksızın Marmara’ya boşalttık yıllarca. Bütün nehirlerimiz, bütün sanayi faaliyetlerinin, tarımsal faaliyetlerin derin etkisini Marmara’ya götürdü. Şu anda Marmara’ya boşalan temiz bir nehir yok sanırım. Bakın, Marmara’nın etrafında 8-9 şehir var, 6-7si büyük şehirdir, bir tane temiz denize ulaşan nehir olmaması nasıl bir şey düşünebiliyor musunuz? Çok kötü.

Bir de yangına geçelim. Yangında, aslında THK uçaklarının hangarda olmasına ve bakımla kullanılabilir hale gelme iddialarına karşı uçurulmadığını gördük. Evleri yanan, hayatlarını kaybeden insanlar oldu. Bunların hukuki hakları var mı? Aynı şekilde, halkı ya da sivil toplum örgütlerinin iklim değişikliğine önlem almıyorsun diye açılıyor dediniz, ülkenin ciğerleri yandı çünkü bu sene her yıl 20.000 Km Hektar orman yanarken, bu sene 200.000’e yaklaşacak gibi gözüküyor. 85 bini Manavgat’ta, 35 bini Antalya’da olmak üzere 200.000 Hektar orman yanacak gibi gözüküyor.

Her yıl 20.000 Hektar orman yanması aşağı yukarı belliyken önlem alınmaması, aşı olayında olduğu gibi, THK’nın işlevsiz hale getirilmiş olası ve bunu da bırakın bu konudaki kabahati kabul etmeyi, üstlerine bile almadıklarını görüyoruz hükümetin. Bu arada harcanan kira paraları var çok yüksek. Yani, 4 milyona tamir edilecekken burada çok daha yüksek paralar olduğu söyleniyor.

Bu arada, örneğin çökertme yangını için kıyı emniyetinin gemileri var, 500 metreye su fışkırtan 10.000 metreküp saatte su fışkırtabilen Nene Hatun gemimiz var örneğin. Bunların kullanılmamış oluşu, bunlara karşı hükümeti nasıl göreve davet edebiliriz?

Bunlara karşı hukuki bir imkânımız var mı? Son olarak, hükümetin dezenformasyon konusunda sosyal medyaya bir kanun getirme hazırlığı var, bu PKK’nın çıkardığı gibi, ortada delil veya tutuklama olmadan konuşulanlar var. Burada, bu konuya bir önlem alınması gerekmiyor mu tam yangının ortasında?

Gökhan Candoğan: Bu bizim hep konuştuğumuz, çok da meşakkatli meseleler. Ben şimdi açıkçası Türkiye’nin kısır iç siyaseti üzerinden yorumlamanın bu tartışmaları doğru olmadığını düşünüyorum şahsen. Bu bence meseleyi çok hafifleten bir bakış açısı.

THK tartışmasını inanın ben çok gereksiz tartışma olarak buluyorum. Burada başka bir şeyi konuşuyor olmamız lazım. Sizin dediğiniz gibi, istatistikler var. Giderek artan sayıda orman yangınları var, daha etkili oluyor ve bakın biz mecliste iklim değişikliğinin etkilerini araştırmakla ilgili iklim komisyonu kuruldu.

Biz de gittik oraya açıklama yaptık. Oraya sunulan, bizzat devletin farklı kurumlarının sunduğu raporlarda, şu çok net söyleniyor: bizim de dâhil olduğumuz Avrupa’da iklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarından en fazla etkilenecek iki alan var: Birisi Portekiz, İspanya civarı, birisi de biziz. Türkiye’nin içinde de Akdeniz bölgesi.

Bu son açıklanan BM raporunda Akdeniz bölgesi için, hidrolik, tarımsal ve ekolojik kuraklığın artabileceği söyleniyor. Yani bu devletin bilgisi dâhilinde olan bir süreç yaşıyoruz. Meteoroloji genel müdürlüğü verilerin, Türkiye’nin son 5 yılda ciddi bir kuraklığa doğru gittiğini gösteriyor. Türkiye’nin bazı bölgelerinde sel olurken çok ciddi bir, onunda haritası vardı, kıpkırmızı bir Türkiye haritası görüyorsunuz. İnanılmaz seviyede bir kuraklık var.

Şimdi, devletin farklı organizasyon kurumlarının elinde bu verilerin hepsi var. Mecliste bunlar konuşulmuş ve yaz aylarında eskiden doğal bir şekilde, doğal seleksiyon anlamında yaşlı ağaçlar ölür yerlerine gençler çıkar, bu anlamda olan zaten yangın sezonu olduğunu biliyorsunuz, çok da iyi çalışan bir genel müdürlük var, orman genel müdürlüğü ama bütün bunlar ortadayken, Portekiz’de 3-4 yıl önce inanılmaz büyük yangınlar oldu, tecrübeler var.

Şimdi biz orman genel müdürlüğünün neden her seferinde 3 yıl önce olduğunda da uçak tartışmasını neden yapıyoruz? Orman genel müdürlüğü iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek ve aslında bırakın yanmasını, bizim bu sorunun, iklim değişikliğiyle mücadelede önemi var. Yani orman genel müdürünün salt görevi yangınlarla uğraşmak değil asıl görevi ağaçlandırmak Türkiye’yi olması gerekirken böyle bir hazırlıkla karşılaştık, hiçbir hazırlığımız yokmuşçasına.

Tabii ki burada orman genel müdürlüğünün çok ciddi bir hazırlığı var. Biz üç yıl önce de benzer tartışmaları yaşamıştık, gittik oraya, 1 saat açıklama yapıldı bize, örneğin ters ateş yakmak ve orman yangını söndürme yöntemi, bir orman görevlisi linç edildi sosyal medyada yangını orman görevlisi çıkarıyor diye. Yine yangınla böyle şeyler çıkarılmaya çalışıldı.

Şimdi bakın, az önce konuştuğumuz şeye geliyoruz. Devlet bütün kanallarıyla, şeffaf bir şekilde bu temel meselelerde hiçbir bilgi saklamaksızın kamuoyunu bilgilendirmek zorunda. Siz bilgilendirmediğiniz, eksik bilgilendirdiğiniz zaman iş komplolara kalıyor, sosyal medyaya kalıyor. Orman genel müdürlüğünün elinde Türkiye’nin o gücü var, çok iyi İHA’lar yapılıyor –ki kullanıldı sanırım bu süreçte de- siz çıkın deyin ki, yangın sezonu başlamadan Mayıs ayında, “Biz bu yıl orman yangınlarıyla ilgili şu tedbirleri alıyoruz. Temmuz, Ağustos aylarında ormanları girişleri yasaklıyoruz.”

Çünkü insan yapıyor bunların büyük bir çoğunluğunu. Kasten veya ihmalle, fark etmez, insan etkisiyle çıkan yangınlar bunlar. Bütün ormanlık alanlarda anlık olan görebilen bir bilişim altyapısı var orman genel müdürlüğünün. Tek tek biz gördük. Bir müdahale odası var, bütün ormanlık alanlarda, onlarla ilgili göletler yapmışlar, göletlerdeki su durumlarını vesaire anlık olarak Ankara’dan görebiliyor.

Bu hazırlıkları, işte özelleştirme denen illet, kamu özel ortaklığı ya da özelleştirme bizim bunu yapmamıza gerek yok dışarıdan satın alalım, ihale yapalım, işte bunlar asıl mesele, THK değil. Asıl mesele, kamu hizmetinin bizzat kamunun tarafından o amaca uygun bir örgütlenme araç ve donanımla karşılanması gerekiyor. Bu bir kamu hizmetidir ve bizim devletimiz bu yangınlara baktığımızda bunu iyi bir kamu hizmeti örgütlenmesi yapamadığını, ben THK’yı tartışmıyorum.

THK bir dernektir, bir sürü yolsuzluğa konu olmuş, ilk defa 99 yılında Ecevit tarafından kayyum atanmış, orada başka tartışmalar var. Benim meselem THK değil, orman genel müdürlüğünün elinde şu anda var sanırım alındı bu süreçte, 10 tane uçak olsun, alabileceğini alsın, yapabileceğini yapsın, önceden tedbir alsın ve bunları vatandaşlarıyla paylaşsın.

Bütün bunları yaptığınız halde, iklim değişikliği sebebiyle biz daha fazla yangına maruz kalabiliriz. Bugün Yunanistan, Fransa, İtalya, İspanya, Portekiz, Amerika, Rusya dâhil, dünyanın her yeri yanıyor. Permafrost ormanları aylardır yanıyor. Bu iklim değişikliği küresel anlamda farklı bir bakış açısıyla daha başka bir değerlendirme yapmamız lazım ama Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hukuki sorumluluğu, yönetimsel sorumluluğu noktasında bence 20-30 yıldır bizim kamu hizmeti kavramına yapılan saldırı ve müdahaleler ve küçültmenin etkilerini yaşıyoruz. Bunu doğru bir şekilde kullanalım yoksa THK üzerindeki tartışmanın bence ne iktidara yararı var, ne muhalefete yararı var ne THK’nın kendisine bir yararı var.

Ama orman genel müdürlüğünde neden bu organizasyon yok sorusunu sorup, bakın bir dahaki yılda çok daha fazlası olacak. BM raporları diyor ki, her yıl artacak bu. Biz aynı şeyi seneye tekrar yaşamaya hazır mıyız? Gene aynı tartışmaları bıraktığımız yerde THK uçakları nerede ne oldu diye mi tartışacağız? Devletin bunun önüne geçmesi gerekiyor.

Aynı şey sel için geçerli. Devamlı 2-3 yıl üst üste denizde insanların mahvolduğunu, evlerinin yıkıldığını, hayatlarını kaybettiklerini, arabaların denizlere doğru gittiğini görüyoruz, şu anda da büyük bir facia var. Orada da önlem alınmıyor, bir yönetim bozukluğu var, öyle değil mi?

Gökhan Candoğan: Yetmiyor. Devletin kamu hizmeti örgütlenmesi, mevcut örgütlenmesi yetmiyor. Bunu söylüyorum. Genelgelerle siz, tek başınıza bu ülkeyi kurtaramazsınız. Kanun çıkaracaksınız.

Bakın, afet mücadelesiyle ilgili yeni organizasyonlar yapıldı Türkiye’de. Belli bir ölçüde de biz, siz de yaşadınız Marmara depremini, o zamanki halimiz de çok parlak değildi, gene de bir şeyler yapıldı.

Burada bence daha dışa açık görüşler alınarak, daha katılımcı bir süreçte, artık şöyle bir zihniyet değişikliği gerekiyor, bu gördüğümüz resimler bizim hayatımızın olağan haline gelebilir. Biz buna hazır mıyız? Vatandaş olarak hazır mıyız bir soru, devlet olarak hazır mıyız bir soru, STK’lar olarak hazır mıyız bir soru. Devletin hazır olabilmesi için, “evet burada çok ciddi bir mesele var, benim şu şu şu bakanlıklarım var.” Bakın müsilajla ilgili bir eylem planı açıklandı biliyorsunuz Haziran ayında, baktığınızda 21-22 madde, bir bilim kurulu oluşturuldu, bütün bölge belediye başkanları, büyükşehir belediye başkanları imzaladı, yapılması gerekenlerle ilgili en azından iyi bir başlangıç, ortak bir çaba anlamına geldi.

Ama Türkiye’deki mesele ne biliyor musunuz? Biz biraz etkisini kaybettiğinde ya da görünmez olduğunda, bize görünmez olduğunda, bu sorunları unutup, hiçbir kontrol, hiçbir izleme, hiçbir takip yapmayıp, bir daha başımıza felaket geldiğinde…

Sivil toplum olarak demek istiyorsunuz, doğru mu?

Gökhan Candoğan: Evet, kesinlikle. Devleti kontrol etmemiz, izlememiz gerekiyor.

Bizim gidip orman yangınına müdahale etmemiz gerekmiyor, biz onu yapamayız. Yani pandemi çıktığında gidip ben aşı mı vuracağım avukat olarak? Benim yapacağım şey o değil. Ama benim yapacağım şey hukukçu olarak devlet örgütlenmesi bu sorunla baş edebiliyor mu, edemediği nokta nedir, o noktada ne yapılması gerekiyor bunun çaresini bulmaktır.

Selde de, müsilajda da, yangında da aynı şey ama biz yangından yangına değil, yangının hemen ertesinde, bakın sosyal medyada çok konuşuluyordu yine, yanan yerlerin hepsine otel yapılacak diye. Bu da şeffaflık eksikliğidir.

Şu zor bir şey mi Allah aşkına? Orman genel müdürlüğünün sayfasında 20-30 tane yanmış yerin, yandığı zamanki ve bugünkü hallerinin fotoğrafları var. Ne güzel. E bütün yanan alanlarla ilgili bunu yapın. Son 5 yılda bütün yanan alanlarla ilgili deyin ki “mevcut hali budur, bir yıl sonraki hali budur, 5 yıl sonraki hali budur.”

Bunu ölçmek o kadar kolay ki. Çünkü anayasada hüküm var, yanan bir yere başka bir şey yapamazsınız, tekrar ağaçlandırmanız gerekiyor. E iyi niyetiniz varsa, şeffaf davranacaksanız, diyeceksiniz ki ilgili STK’lara, “gelin güzel kardeşlerim aklınızda soru işareti kalmasın, bakın 2021 yılında Temmuz ve Ağustos’ta 200 küsuru aşkın yer yandı, fotoğrafları budur, aradan 1 yıl geçti, bakın buralarda hiç başka bir şey yok.” Bu çok kolay bir şey.

Bunları yapmak sivil toplumun rolünü biz çok net bir şekilde tanımlayıp orayı denetim yapmalıyız, izlemeliyiz. Çünkü bilgi kirliliği yarın, öbür gün hepimizi yok edecek bir propaganda amacına dönüşüyor, seçimlere müdahale aracına dönüşebilir, Amerika’da olduğu gibi. Trump’ın ilk seçilişinde Facebook’un yaptığı gibi –ki siz daha iyi bilirsiniz, bu adamların sabıkası çok yüksek- bunlar komplo teorisi ya da başka bir şey değil, bunlar gerçekler ama bunlarla mücadele için devletin kendisine yeni bir organizasyon modeli getirmesi, eleştirileri olağan karşılaması, çünkü bu gerçekten olağan.

Halkın da daha çok organize olup bunları takip etmesi lazım.

Gökhan Candoğan: Evet. Yetmediği noktalarda dava işte o zaman açmak lazım ama o davalarda da gerçekten sonuç almaya samimi olarak gitmek gerekiyor. Bizim çok ciddi bir samimiyet eksiğimiz var. Hiçbir çevre meselesinde topu devlete atıp kurtaramayız, bizim vatandaşlar olarak bunu görmemiz gerekiyor. O dere yataklarına evleri, o orman alanlarına evleri, otelleri biz yapıyoruz. Biz mevcut konfor yaşantımızla, çünkü iklim değişikliği üretimin inanılmaz artması, o ihtiyacın karşılanması için daha fazla sanayi üretimi yapılması, daha fazla ağaç kesilmesi, daha fazla ormana müdahale edilmesi, daha fazla fosil yakıt demek. Biz her şeyi olduğu gibi yaşayayım derken, bunlara çözüm bulamayız. Bu samimi olmaz. Türkiye Paris antlaşmasını imzalasın ama vatandaş da sürece dâhil olsun.

Gökhan Bey çok teşekkür ederiz, benim sorularım bu kadar, son eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Gökhan Candoğan: Ben de çok teşekkür ederim, yeterince konuştuk ama mutlaka bunları biraz objektif ve büyük resme bakarak görmenizde, çözüm üretmeye çalıştığınızda, konuşmamızda çok ciddi yarar var ve şunu aklımızda tutalım lütfen, gerçekten biz bu sürecin içindeyiz. Bunlar artık tedbirsiz davranırsak her gün yaşayacağımız insan felaketlerine dönüşebilir. Doğa uyanışa geçti gibi geliyor bana.

Etiketler: Deniz Salyası (Müsilaj)Gökhan Candoğanİklim DeğişikliğiManşet

Türk İnternet'ten buna benzer yazılar için bildirim almak ister misiniz?

ABONELİKTEN ÇIK
Lütfen yorum yapmak için giriş yapın.

GÜNLÜK BÜLTEN ABONELİĞİ

Aboneliğinizi onaylamak için gelen veya istenmeyen posta kutunuzu kontrol edin.

YAZARLARIMIZ

blank
Ernur Öktem
  • Tarhan : Kullanıcılara İstediğini Değil İhtiyacı Olanı Vermek Gerekir
blank
Fusun S.Nebil
  • FBI, 2022’de Amerikalı Kullanıcıların İnternet Dolandırıcılarına 10,3 Milyar $ Kaptırdığını Açıkladı (590’ı Türk)
blank
Innocenzo Genna* / EU telecom regulation expert
  • GDPR Kararı, Meta’nın Kişiselleştirilmiş Reklam İşini Zora Sokuyor
blank
Mehmet Taşnikli
  • Numarası Bilinen Android Telefonlar Hacklenebiliyor
blank
turk-internet.com / Bilgi
  • Stalkerware; Sadece Hackerlar Değil, Yakınlarınız da Cihazlarınıza Sızıyor

HAFTANIN ÖNE ÇIKANLARI

  • Baz İstasyonları Cinneti ve Enkaz Altında Kalmak
  • BTK, Haberleşme Sektörünü Depreme Hazırlamış mı?
  • Telefon Operatörlerimiz Depremde Ne Yaptılar? – II – Turkcell
  • BTK Sorumluluğu Operatörlere mi Yüklemeye Çalışıyor? – 1
  • Togg NFT Açık Arttırmasındaki Çökme ve Ertelemeler için Açıklama Yayınladı

HAFTANIN KELİMESİ

3GPP

3. Nesil Ortaklık Projesi (3GPP), dünya çapında çeşitli mobil (hücresel) ve telekomünikasyon standartlarını geliştiren ve sürdüren bir grup standart kuruluşudur.

3G ile birlikte kurulmuş ve telekom endüstrisinin Birleşmiş Milletleri diye tanımlanabilir. Sonraki nesiller için de standartları belirlemiştir.

Detayı için Wiki-Turk'e bakınız
blank

Bildirimler

Turk-internet.com masaüstü bildirimlerini almak için lütfen buraya tıklayın

Son Yorumlar

  • İngiliz Düzenleyici Ofcom, Bulut Servislerini ve Akıllı Cihaz Pazarını Soruşturuyor için Tolga Kaprol
  • Seçim Yaklaşırken, Kişisel Veriler Kötüye Nasıl Kullanılır? için [email protected]
  • Video Sunan Platformları En İyi Nasıl İzleriz? için Tolga Kaprol
  • Rusya, Meta’ya (Facebook) Erişimi Engelledi için Tolga Kaprol
  • Metaverse, Bir Can Simididir için tkaprol

Haber bültenimize abone olun

Aboneliğinizi onaylamak için gelen veya istenmeyen posta kutunuzu kontrol edin.

  • Haber İndeksi
  • Hakkımızda
  • Gizlilik Bildirimi
  • Firmaların turk-internet.com ile Çalışabilirlik Yöntemleri
  • Destek
  • Bize Yazın

© 2021 Turk-Internet.com

No Result
View All Result
  • Ana Sayfa
  • BİLİŞİM
  • e-TİCARET
  • INTERNET
  • TELEKOM
  • YENİ TEKNOLOJİLER
  • Hakkımızda

© 2021 Turk-Internet.com

Tekrar Hoşgeldiniz!

Aşağıdan hesabınıza giriş yapınız

Şifremi unuttum? Kayıt Ol

Yeni Hesap Oluştur

Kayıt olmak için aşağıdaki formu doldurunuz

Tüm alanların doldurulması gerekiyor. Giriş yap

Şifrenizi geri alın

Lütfen şifrenizi resetlemek için kullanıcı adı veya email adresinizi girin.

Giriş yap
Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Gizlilik Bildirimi.