Obama geçen hafta Silikon Vadisi’ndeydi. Amacı, devlet ile internet firmaları arasındaki gerginliği azaltıcı görüşmeler yapmaktı. Ülkemizde de bu iki güç arasında bir gerginlik yaşanıyor. YouTube, Twitter kapatmaları, Google ile didişmeler bir yana, UDH Bakanı Lütfi Elvan’ın “www yerine ttt” diyerek [1] tüm web’in bile hedef alınabileceğini söylediğini hatırlıyoruz. Bu gerginliğin nedenini anlamak ve buna nasıl yaklaşılması gerektiğini tartışmak için, önce Amerika’ya ve Obama’nın geçen haftaki ziyaret sonrası açıklamalarına bakalım.
Obama’nın çarpıcı açıklamaları
Wall Street Journal’da teknoloji köşesi olan, ünlü yazar ve TV yorumcusu Kara Swisher’ın 13 Şubat Cuma günü Obama ile yaptığı söyleşide sorduğu zor sorular ve aldığı yanıtlar [2] çok önemli ve anlamlı.
Amerika’da, devlet ile teknoloji firmaları arasındaki gerginliğin kaynağında toplumsal talepler yattığını biliyorduk zaten. Obama da bunun gayet güzel farkında. Toplum bir yandan kendilerini suç ve terörden korumasını devletten talep ederken, diğer yandan da kişisel verilerini paylaştığı teknoloji firmalarından mahremiyetlerinin korunmasını talep ediyor. Edward Snowden’in 2013 Haziran’ında NSA’in (ABD’nin Ulusal Güvenlik Kurumu) tüm dünyayı gözetlediğine ilişkin belgeleri açıklaması ile beraber, toplumda ve teknoloji firmalarında devlete karşı güvensizlik zirveye çıkmıştı. İşte bu ortamda, Obama Silikon Vadisi’ne hangi anlayışla geldiğini, Kara Swisher ile söyleşisinden aynen çevirdiğim aşağıdaki son derecede çarpıcı sözlerle açıklıyor:
Obama: “FBI, mahkeme kararı çıkartıyor, şirkete gidiyor ve bilgi talebinde bulunuyor. Şirket teknik olarak buna uyabilir. Burada mesele şu, şirket kısmen tüketici talebine karşılık vermek, kısmen de mahremiyet konusundaki meşru kaygılara karşılık vermek için … ‘pardon ama [istediğiniz bilgileri] çıkarıp veremeyiz’ diyor.” [3]
- Kara Swisher: “[Şirketlerin] Bu yaptıkları yanlış mı?”
Obama: “Hayır, pazarın talebine düzgün bir şekilde (properly) karşılık verdiklerini düşünüyorum.”
Obama’nın söyleşinin bu kısmındaki sözlerinin yansıttığı genel anlayışını şöyle özetleyebiliriz: “Toplumun meşru mahremiyet kaygısına karşılık vermek için şirketlerin, hem mahkeme kararına hem de bu kararı elinde tutan FBI’a ‘hayır’ demesi düzgün (haklı) bir davranıştır.”
Obama’nın bu anlayışı derhal iki soruyu akla getiriyor.
Birincisi, toplumun mahremiyet talebi karşısında şirketler hem mahkeme kararlarına hem de FBI’a “hayır” diyebilirse, toplumun suç ve terörden korunma talebini devlet nasıl yerine getirebilecek?
İşte bu soru, çağımızın olmazsa olmaz, katılımcı çözüm yaklaşımını gerekli kılıyor: Sorunla ilgili üç paydaşın – şirketler, devlet ve toplum – bir araya gelip, güvenlik ile mahremiyet arasındaki dengenin nasıl sağlanacağına, hukuk ve teknolojinin de yardımıyla şeffaf bir şekilde beraberce karar vermesi… Obama da hem Stanford Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada hem de Kara Swisher ile söyleşisinin geri kalan kısmında bu yaklaşımı öneriyor.
Gelelim Türkiye’ye
Obama’nın yukarıdaki anlayışının akla getirdiği ikinci soru ise ülkemizdeki devlet ile internet şirketleri arasındaki gerginlik ile ilgili: Facebook, Google, Twitter gibi internet firmaları, toplumun meşru mahremiyet kaygıları nedeniyle, Amerikan mahkeme kararlarına dayanan FBI taleplerine haklı bir davranışla “hayır” diyebiliyorsa, neden Türkiye’de devletten gelen taleplere ve mahkeme kararlarına her zaman “hayır” diyemiyor?
Bu soruya Facebook, Google ve Twitter yanıt vermeli. Üstelik, Türkiye’de mahkemelerin bağımsız karar verdikleri AB’nin yıllık Türkiye İlerleme Rapor’larında kuşkuyla karşılanırken… Üstelik, mahkemelerimizin bu konulara ilişkin kararları sık sık AİHM tarafından yanlış bulunurken ve Avrupa Adalet Divanı kararları ile çelişirken… Üstelik, Anayasa’mızın 90. Maddesi “…temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır” derken… Üstelik, ifade özgürlüğü konusunda tüm uluslararası raporlarda Türkiye’nin karnesi bu kadar kötüyken…
Bu soruya, ülkemiz toplumu da yanıt vermeli. Acaba, toplumumuz devlet ile arası gergin olan internet firmaları üzerinde, mahremiyet ve ifade özgürlüğü yönünde meşru talepleriyle yeterince baskı kurabiliyor mu? İlgili STK’lar toplumda farkındalık yaratmak ve internet firmaları üzerinde baskı kurmak için üstlerine düşeni yapıyor mu?
Bu soruyu hükümet de düşünmeli. İnternetin yarattığı dünyada, eski yaklaşımlarda ısrar ederek, gülünç duruma YouTube yasaklamalarıyla düşmüştü. Dönemin başbakanı Erdoğan, kendi ısrarıyla çıkarılan 5651 sayılı yasaya dayanarak kapatılan YouTube için gazetecilere “ben giriyorum” demek durumunda kaldığını [4], yani yasayı deldiğini itiraf ettiğini hatırlayalım. Şifreleme ve diğer teknolojik gelişmeler karşısında, yasaklamalar, insan hakları ihlalleri ve delinmesi kaçınılmaz kanunlarla dayatmacı bir yaklaşım yerine, katılımcı, şeffaf ve toplumsal uzlaşmaya dayalı bir anlayışı benimsemeyi düşünmeli. Yoksa, başka utanç verici ve gülünç durumlarda kalabilir.
Sonuç olarak, yazının başlığına dönersek, nihai analizde, sosyal ağ ve diğer internet firmalarının sorumluluğu öncelikli olarak müşterilerine yani topluma karşıdır. Bunu Obama kabul etmek zorunda kalmıştır. Peki, devlet karşısında topluma olan sorumluluklarına gösterdiği duyarlılığı, bu firmalar her zaman ve her konuda gösterebiliyor mu? Bunun “hayır” olan yanıtı ise başka bir yazının konusu olacaktır.
[1] WWW Yerine TTT İnternet mi?
[3] Burada bir açıklama gerekli. Şirket “vermeyiz” demiyor, uyguladığı şifreleme teknolojisi nedeniyle “veremeyiz, mümkün değil” diyor. ABD’de kimileri bunun, dolayısıyla şifrelemenin kanunsuz olduğunu iddia ediyor. Fakat, Obama şifreleme karşıtı görüşü benimsemiyor. Yani, kanun zoruyla değil, uzlaşma ile sorunu çözmeye çalışıyor.